Yüreklerde bir meşale, Rosa Luxemburg

BANU BÜLBÜL

Yirminci yüzyıla damgasını vuran devrimler çağının en mühim karakterlerinden biri olan Rosa Luxemburg, 15 Ocak 1919’da öldürüldüğünde 48 yaşındaydı. Hayatı boyunca pek çok zorlukla mücadele etmek zorunda kaldı, doğru bildiğini savunmaktan, şartlar ne kadar zorlarsa zorlasın vazgeçmedi. Avrupa’da ayrımcılığa maruz kalan bir kimlikten geliyordu, Yahudi bir ailenin çocuğuydu. Doğuştan gelen kalça çıkığı nedeniyle aksayarak yürüyordu. Okuyan, yazan, kürsülerden haykıran, erkek hakimlere, savcılara bazen yoldaşlarına kafa tutan akıllı ve yürekli bir kadın olarak Rosa’yı anmak aynı zamanda, mücadele eden pek çok kadının anısını tarihsel olarak görünür kılmak anlamını da içeriyor.

Bir kadın olarak Rosa’nın yaşadıklarını ele almak uzunca bir çalışmayı gerektirse de burada biraz anımsatmak ve onu kendi kaleminden daha çok okumak için hepimizi yeniden heveslendirmek isteğindeyim.

Rosa, çok genç yaşından itibaren Polonyalı devrimci Leo Jogiches ile sevgili olur. Leo’yu siyasi alanda uzun bir süre lideri olarak görür, bu durum zaman içinde değiştiğinde Rosa bağımsız, eleştirel siyasal pozisyonunu güçlendirmeyi başarır. Onlar hem yoldaşlıklarını, hem birbirlerinin sorunları ile ilgilenen dostluklarını, hem de tutkulu bir aşkla bağlı oldukları sevgililik ilişkilerini sürdürmek için çaba gösterirler. Bu çabanın büyüğü kuşkusuz Rosa’nın payına düşer. Rosa Almanya’da siyasi faaliyet yürütebilmek için kağıt üzerinde bir evlilik yaptığında Polonya’daki Leo ile mektuplarla ilişkisini sürdürür. Bu mektupları okuduğumuzda Rosa’nın erkek dünyasında politika yaparken “katı”laşmadığını duygularını, arzularını, aşkını görmekten ve göstermekten kaçınmadığını, politik alanda kimi zaman küçümsenmesine karşın estetik arayışını sürdürdüğünü görüyoruz.

Rosa’nın bir kadın olarak o dönem yaşadığı sıkıntıların önemli bir bölümü yüzyıl sonra bizler için de tanıdık ne yazık ki... Ailesine Leo ile ilişkisini söyleyemediği gibi, yapmak zorunda kaldığı göstermelik evlilikten de bahsedemiyor. “Babam gelecekmiş bu yaz sen şu aylarda ortalıkta görünme” ya da “ev sahibim seni görür de kız kardeşime söylerse büyük sorun olur” gibi dertleri idare etmeye çalışırken, bir yandan da yalnız yaşayan bir kadın olarak çeşitli zorluklarla boğuşuyor. Polonya’dan ayrıldıktan sonra annesini göremiyor, annesinin ölüm haberi geldiğinde, babasının hastalığında yeterince yanında olamadığında onlara yalanlar söylemek zorunda kalmanın güçlükleri daha da belirgin hale geliyor. 1899’da “Yakında burada ahlak açısından sorgulanmayacak kadar güçlü bir pozisyonum olacak, o zaman sessiz sakin birlikte yaşayabiliriz, karı koca olarak!” (Sevgiliye Mektuplar, s. 141) diye yazıyor Leo’ya...

Yiten devrimcilerin ardından söylenen bir çeşit devrimci ezber vardır “yılmadı, yorulmadı, hiç depresif duyguları olmadı, ya başaramazsak diye karalar bağlamadı, üzülmez sadece öfkelenirdi.” Bu söylenenler bir insan için olanaksız olduğu gibi, kalanlar için de ruhsal olarak zararlı bir takım inkar mekanizmaları geliştirmeden asla karşılanamayacak kriterlerdir. Rosa taştan, tunçtan değildi. Onun yıldığı oldu ama toparladı kendini, çok yoruldu kalbi kırıldı, depresif dönemlerden geçti ama atlattı bunları ve mücadele etmeyi sürdürdü, o en zor anlarda bile devrime ve sosyalizme inandı. Garantici olmadı, kusurlu olacağını bazen yenileceğini bildiği halde doğru bildiğini yaptı, yenilecek olsa bile geleceğe mücadele etme gücü bırakmanın kıymetini bildi. Onun zor koşullarda bile inandığı gibi davrandığını, kişisel çıkara göre eğilip bükülmediğini zaten biliyoruz. Yalnızca devletlerin değil, bir süre birlikte siyaset yaptığı Bernstein, Kautsky, Bebel gibi güç sahibi adamların karşısında da sapasağlam durdu. Toplantılardan eve döndüğünde nedensiz ağlama nöbetleri yaşadığı, öfke patlamaları geçirdiği oldu çünkü zor koşullar altında siyaset yapan bir insandı, böyle hissetmesi ve yaşaması “kaya gibi taş gibi” olmasından daha “normal”di. Duygularını yakınlarından gizlemeye ve yakınlarının başkalarından gizlemesini istemeye ihtiyaç duymadı.

Leo’nun mektuplarında gündelik yaşamından ve duygularından Rosa’nın ihtiyaç duyduğu kadar bahsetmemesi, hep politik olana dair yazması kimi zaman onu çileden çıkarıyordu. Bazen öfkeli bazen üzgün bazen talep eden bir sevgili olarak yazdı satırlarını...

Bazen Leo’num duygulardan söz etmeyen katılığına o kadar öfkelenir ki 1895’teki bir mektubunda şöyle seslenir “Sevmek için doğal içgüdüsel bir dürtü yok sende” (age, s. 55) 1900 yılında bir başka mektubunda; “(...) iç benlik sık sık gözden geçirilmeli, yeniden uyarlanmalı, uyumlu hale getirilmeli. Bir ruhsal tüketim ve sindirim içinde boğulup gitmemek için kişinin sürekli olarak kendi üzerinde çalışması gerek. Ama varolma duygusunu yitirmemek için, ki ben bunun dışa yönelik bir yaşam, yapıcı eylem, yaratıcı iş olduğuna inanıyorum, başka bir insan tarafından denetlenmesi gerekiyor kişinin. İşte o insan yakın olmalı anlayışlı olmalı ama uyum peşinde koşan “ben”den ayrı olmalı. Bütün bunların senin için bir anlamı olduğunu sanmıyorum; cebir işaretleri gibi geliyordur.”(age, s. 198)

Leo’ya yazdığı mektuplarda tüm duygusal karmaşalarıyla görünür olabilen aşık bir kadın vardır. Mektupları, siyasi arenadaki yoğun eleştiri korkusu nedeniyle aşırı kontrolden kaskatı kesilmiş politik figürlerden farklı, duygu çeşitliliği ile görünür olabilen bir insanla karşı karşıya olduğumuzu gösterirken, sosyalist siyaset yapmak isteyen herkes için özdeşim kurulması mümkün bir insanın tarihsel ifadesini yansıtır.

1897’de İsviçre’deyken yan binada kalan sevgilisine yazdığı mektup, bu karmaşık duygularla doludur. Bir yandan Leo’ya kendisini sevmesi için yalvarırken, bir kaç paragraf sonra hırçınlaşıp öfkelenir. Bazen yerden yere vurur Leo’yu bazen göklere çıkarır. “ (...) kaprislerim, tutarsızlıklarım, kendi kendime yetmezliğimle senin duru, mağrur, tek başına yaşamını alt üst ettiğim düşüncesi çok acı veriyor bana.” devamında “Sana kötülük etmek, seni ısırmak, senin aşkına ihtiyacım olmadığını göstermek, onsuz da yaşayabileceğimi kanıtlamak istiyorum. Ve kendi kendime işkence etmeye, acı çektirmeye başlıyorum...” (age, s. 68) 1898’de yazdığı ve duygularından bahsetmediği başka bir mektupta “İşten söz ediyorum senin uslubunca. Belki de haklısın belki de altı aya kalmaz ‘idealindeki ben’e dönüşürüm.”“(mektuplarını) ard arda dizersen, olsa olsa ‘bir öğretmenin en sevgili öğrencisine’ yazdığı gereksiz yere şişirilmiş öğütler dizisi çıkar ortaya.”(age, s. 167)

Rosa özellikle ilişkilerinin ilk yıllarında yazdıklarının tamamını Leo’nun gözden geçirmesini ve fikrini söylemesini ister. “Yazılar konusunda ne düşündüğünü bana açıkça bildir. Benim yazılarıma ilişkin eleştirilerini tatsız iltifatlarla yumuşatmana gerek yok.”(age, s. 47)“İçimde bir şeyler kıpırdanıyor ve artık dışarı çıkmak istiyor. Zihinsel bir şey yazmak zorunda olduğum bir şey bu. Korkma, roman ya da şiir değil yine...”(age, s. 146) Goethe, Schiller ve özellikle Rus edebiyatı hayranı Rosa, “edebiyata geçmeyeceğim merak etme” demektedir. Belki desteklense ondan şiirler de okuyacaktık. Rosa’nın yazıları üzerinden konuşmak ilişkilerinin önemli bir bölümünü oluşturur. 1900 yılında yazdığı ve “yüzlerce öpücük” diye bitirdiği mektubunda şöyle sitem etmektedir;“Zürih’e son gelişimden sonra, benim iç benliğime karşı köreldiğin konusunda en küçük bir kuşkum kalmadı, senin için herhangi bir kadındım o kadar, belki onlardan tek farkım yazı yazıyor olmamdı.”(age, s. 184)

Yıllar boyunca nefret ettiğini ifade ettiği mobilyalı kiralık odalardan kurtulup kendi evinde Leo ile yaşamayı ve bir çocuk yapmayı düşledi ama Leo bunu birlikte gerçekleştirebileceği adam değildi. O hep örgütünün işleri peşinde Polonya ve çeşitli ülkelerde dolaşıyordu. Bir çocuk doğurma arzusu karşılıksız kalınca“eğer çocuğum olursa ona da kendi kazancımla bakabilirim.”(age, s. 153) diye sitem ediyordu Leo’ya, sonra onunla çocuk yapmaktan da umudunu kesince evlat edinmekten bahsetti; Sürekli olarak bir çocuğun yokluğunu duyumsuyorum, bazen dayanılmaz bir hal alıyor. Sen herhalde bunu hiçbir zaman anlamayacaksın.”(age, s. 166)

Neyin eksik diye soruyorsun. Yaşam, eksik olan bu işte!”(age, s. 99) diyen Rosa’nın aşktan yaşamdan canlılıktan ve sanattan vaz geçmeye hiç niyeti yoktu.

Başlangıçta genellikle“burnunun ucundan ve dudaklarından öperim” diye bitirdiği mektuplarını ilişkilerinin son dönemlerinde “Layık değilsin ama öperim”, “sana ancak iş gereği yazacağım”, “seni öpmüyorum”diye bitirir oldu.

Milliyetçi savaş çığırtkanlıkları ile mücadele ederken enternasyonalist tutumlar takınmak onun için siyasal bir refleks kadar doğaldı. Halböyle olunca Rosa’nın yolu defalarca cezaevine düştü. İlk tutuklanması 1904 yılında İmparator’a hakaretten suçlu bulunması sonucunda oldu. 1906 Mart’ında Leo ile birlikte Polonya’nın Rusya’ya ait bölümünde yakalandıklarında tutuklandılar. Rosa, Alman Sosyal Demokratlarının çabalarıyla serbest bırakılırken Leo, sekiz yıl kürek mahkumluğuna çarptırıldı fakat 1907’de kaçarak Berlin’e döndü. Bu tarihten itibaren Rosa tarafından terk edilmişti artık. İlişkileri bitmiş olsa da yoldaşlıkları bir ömür devam etti. Rosa, 1907’de 2 ay hapis yattı. 1914 Şubat’ında yani Birinci Dünya Savaşı’nın öngününde “halkı başkaldırıya teşvik” suçundan yargılandığı mahkemeyi unutulmaz bir siyasi söylev alanına dönüştürdü.“Fransız kardeşlerimize silah doğrultmaya hayır” diye haykırdı. Bu çığlığın ne büyük bir cesaret gerektirdiğini, dünyanın herhangi bir yerindeki bir insan, Alman, Fransız sözcükleri yerine kendi yaşadığı ülkedeki savaş dinamiklerine uygun ulus adlarını yazarak anlayabilir. Sözlerini bitirirken kaçması olasılığına karşı tutuklanmasını talep eden savcıya dönerek “Bense sizin kaçacağınıza inanıyorum. Sosyal Demokratlar (o dönem Marksistler, kendilerini Sosyal Demokrat olarak adlandırıyordu. Birinci Dünya Savaşı’nda Sosyal Demokratların takındığı milliyetçi tavırların ardından kendilerine Sosyal Demokrat demekten vazgeçtiler)kaçmaz, eylemlerinin yanı başında durur ve sizin kararlarınıza kahkahayla gülerler”diye yanıt verdi. Aynı yıl “orduyu askerlere kötü davranmakla suçlamak” suçuyla yargılanırken bini aşkın er, Rosa lehine ifade vermek için (evet bize kötü davrandılar diyerek) mahkemeye başvurdu.

Rosa, 1915 Şubat’ından 1918 Kasım’ına kadar “kendi güvenliği” için hapsedildi. Cezaevindeyken de sosyalist devrimi destekleyen yazılar yazmayı sürdürdü. Leo dışarıdaydı ve Karl Liebnecht ile birlikte 1918 devrimini gerçekleştiren Spartakusbund’un liderliğini yürütüyordu. Rusya’da gerçekleşen 1917 Ekim devriminin ardından tüm dünyada devrimci durumlar oluştu. Bunlardan en çok umut bağlananı 1918 Alman devrimi idi. 1. Dünya Savaşı’ndan yenilgiyle çıkan Almanya’da Spartakistler önderliğinde işçi konseyleri iktidarı almak için harekete geçti. Devrim yenilgiye uğradı. Rosa ve Karl, Freicrops adı verilen daha sonra Hitler’in birliklerine katılacak olan Alman Devleti’nin düzensiz silahlı birlikleri tarafından öldürüldükten sonra Leo kaçmadı, ülkeden ayrılmadı. Rosa ve Karl’ın katillerinin peşine düştü ve 10 Mart 1919’da o da öldürüldü. Rosa ölmeden önce 1918 devriminin yeni devrimlere tohum olacağından söz ediyordu. Çok değil bir kaç yıl sonra 1923 yılında Alman işçileri, ayaklanmayı bir kez daha deneyecekti.

Rosa, genellikle son yazısının son satırları olan “Vardım, varım, varolacağım” sözleri ile anımsanır. O sözlerin yer aldığı metinden alıntıyla bitirelim biz de... Büyük bir yenilginin ardından büyük olasılıkla öleceğini, öldürüleceğini bildiği halde coşkuyla yazıyordu son kez... “Varşova’da düzen hüküm sürüyor!”, “Paris’te düzen hüküm sürüyor!”, “Berlin’de düzen hüküm sürüyor!” Yarım yüzyılda bir, evrensel mücadele bir merkezden diğerine geçerken, “düzen” bekçileri raporlarında böyle diyorlardı. Ve keyiften dört köşe olan bu “galipler”, kanlı devresel katliamlarla sürdürülebilen bir “düzenin”, hızla kendi tarihsel kaderine, çöküşe yaklaşmakta olduğunu görmüyorlar. (...)

Önderlik işlemedi. Ama önderlik kitleler tarafından yeniden yaratılabilir, ve yaratılmalıdır. Belirleyici unsur, kitlelerdir, bir kaya gibidir onlar, devrimin nihai zaferleri onlara dayanarak kurulacaktır. Kitleler formundaydı; uluslararası sosyalizmin güç ve gurur kaynağı olan tarihi yenilgilerden biri haline getirdiler bu son “yenilgiyi”. Ve bu yenilginin gelecekteki zaferin tohumlarını taşımasının nedeni de budur.

“Berlin’de düzen hüküm sürüyor!” Sizi budala zaptiyeler! Kum üzerine kurulu sizin “düzeniniz”. Devrim daha yarın olmadan, “zincir şakırtıları içinde doğrulacaktır!” ve sizleri dehşet içinde bırakıp, trampet sesleri içinde şunu bildirecektir:“Vardım, varım, varolacağım!”

Rosa’nın satırlarında bir vasiyet değil miras gizli... Bize bıraktıkları, bir görevden çok yaşamı anlamlı kılan bir hediye gibi çünkü...