Kral Yurtsuz John, bir zaman makinesine binip sekiz yüzyıl sonrasına gelebilseydi, herhalde Türkiye’de yaşamak, bizim kralın yerinde olmak isterdi…

Ne güzel!

Sınırsız bir hak, sınırsız bir yetki…

Ama buna rağmen ve hâlâ daha geniş bir sınırsızlık isteyebilirdi…

Tüccarların ve rahiplerin önüne koyduğu senedi, Magna Carta’yı imzalamak zorunda da kalmazdı… Tam tersine halkın önüne senedi kendisi koyardı:

“Bütün haklarından vazgeç!” derdi…

O tüccarları, o rahipleri çıkar düzenekleriyle kendine bağlardı… Kontratların ve uygulamaların hepsini, haklarını artırmaya, sorumluluklarını azaltmaya yönelik hale getirirdi…

Azla yetinmezdi, hepsini ve her şeyi isterdi…

Yasamada çoğunluk kesmezdi, mutlak çoğunluğa gözünü dikerdi… Çağımızın bütün diktatörleri gibi, kuvvetler ayrılığını ayak bağı ilan ederdi… Yargıyı ele geçirirdi…

Çalmakta, çırpmakta, cinayette, despotlukta istediği kadar ileri gidebilirdi… O kadar ileri gidebilirdi ki, geri dönmek için bir manevra alanı bırakmasına bile gerek kalmazdı…

Grev, boykot, protesto yasak…

Bütün bu yasaklar sistemine güzel bir isim de bulurdu: İleri demokrasi…

Soytarıları, ortada duran filin kuyruğunu tutup çekiştirir, hortumuna parmaklarını sokarlardı… Kimi adalet derdi, kimi kalkınma…

Oysa filin adı Mahoni…

Timur’un ordusunda zulmü temsil etmek için çalışırdı…

İçinde bulunduğumuz yıl, Magna Carta Libertatum’un sekiz yüzüncü yılı…

Magna Carta, 1215’te İngiltere Kralı Yurtsuz John’u yetkilerinden vazgeçmeye zorlayan bir sözleşme…

Maksadına tam olarak ulaştığı söylenemez ama palazlanan ticaret burjuvazisinin ihtiyaçlarını karşılamaya yettiği ve izleyen yüzyıllardaki özgürlük senetlerine ve anayasalara ilham vermiş olduğu bilinir…

Dünya 1215’te de bugünkü kadar karışıktı…

Haçlılar seferlerine kısa bir reklam arası vermiş, sahneyi İngiltere-Fransa çekişmesine bırakmışlardı…

Cengiz Han’ın atlıları Çin kapılarındaydı…

Anadolu’nun büyük kısmı beyliklerin egemenliklerine ve çekişmelerine sahne oluyordu…

Bir avuç büyük çıkar sahibi egemen, kendi zorbalık ve imparatorluk hayallerini kavimlere ilerleme ve mutluluk diye yutturmaya çalışıyorlardı… Magna Carta Libertatum, işte bu hengâme içinde açıklanmıştı…

1215 yılında, Yurtsuz John’un haklarını sınırlıyordu…

Yurtsuz John başımızda olaydı, herhalde pek mutlu olurdu…

Bugüne kadar kaybettiğimiz anayasal haklara bakarak, önümüzdeki dönemde onun hangi hakları tırpanlayacağını kolayca tahmin edebilirdik…Yaptıkları yapacaklarının teminatı sayılırdı… Polise adam öldürme özgürlüğü tanırdı… Grevin, boykotun, hak aramanın, siyasî protestonun yasaklanmasının olağan sayıldığı bir iklim yaratırdı…

Daha çok kâr, daha fazla emek sömürüsü, daha az demokrasi, daha geniş kitlelerin mutsuzluğu…

Bunları yaratırdı…

Zulmüne zulüm katardı, sürgüne filan da gönderilmezdi… Bir süre baş tacı edilirdi…

Fakat Yurtsuz John’un devrinden bu yana köprülerin altından çok su aktı…

Zulüm düzenlerinin hiçbiri sonsuza kadar yaşamadı…

Toplumlar, “hiçbir sözleşme ile gelecek nesiller adına vazgeçemeyecekleri ve onları yoksun bırakamayacakları, yaradılıştan bir takım haklara sahip olduklarını” öğrendiler…

Kralların önüne çok sözleşme kondu…

Hepsini imzalamak zorunda kaldılar…

Yurtsuz John başımızda olaydı, bir gün Magna Carta’yı yine imzalardı…