Yurtta OHA(L), Fransa’da OHAL

Recep Tayyip Erdoğan bir yandan Fransa’nın Nice kentinde yaşanan katliamı asgariye indirirken, öte yandan ülke çapında olağanüstü hal ilan etmek için Fransa’yı örnek gösteriyor. Nice kentindeki saldırının akabinde Fransa’da OHAL parlamentoda hazır bulunan 519 milletvekilinin 489’undan kabul oyu alarak Ocak 2017’ye kadar dördüncü kez uzatıldı, bu kez Senato’dan da yeşil ışık alarak.

Nice’deki kanlı saldırıya istinaden “Ülkemizin yaşadığı tehditle mukayese edilemeyecek derecede küçük terör olayları karşısında benzer tedbirler alan Avrupa ülkelerine seslerini çıkartmayanların, Türkiye’yi eleştirmeye hakları kesinlikle yoktur” ifadesiyle 84 masum insanın ölümünü küçümseyen Erdoğan, eleştirdiği Fransa’yı kendi baskıcı OHAL’i için örnek gösteriyor.

Fransa’daki OHAL’e en az iki farklı açıdan bakmak şart. Bir yandan halkın günlük hayatı ve temel özgürlükleri üzerindeki etkileri, öte yandan da tanımsız, kontrolü neredeyse imkansız bir tehdit veya “düşman”a karşı önlem. Fransız halkı her ne kadar şiddetin akıl almaz boyutunun verdiği şok ile Bataclan katliamından sonra üç aylık OHAL süresini doğal karşıladıysa, özellikle sendikalar, insan hakları savunucuları, sol basın, siyasette de Sol Cephe ve Yeşillerden sürekli uzatılmasına karşı tepkiler sürüyor.

Sosyalist iktidarın giderek sağa kaydığını bilmeyen kalmadı. Ancak Nice saldırısı öncesi aylardır daha etkin güvenlik adına, daha fazla polis ve daha yetkili güvenlik güçlerini, yani daha çok toplumsal baskıyı savunan—Nicolas Sarkozy başta—tüm Cumhuriyetçi sağ muhalefetin tam da istediği sertlikte yeni düzenlemeler yapacağını tahmin etmek imkansızdı. Öyle ki, Tour de France bisiklet yarışı ve Euro Cup’ı saldırısız atlattıktan sonra, OHAL’in 26 Temmuz’da son bulması bekleniyordu. Şimdi artık hükümet daha önceki OHAL paketlerinde talep ettiği, ancak Anayasa Mahkemesinin şimdiye kadar “hak ihlali” gerekçesiyle reddettiği “güvenlik güçlerinin kişisel bilgisayar verilerine erişim iznini” bile elde etti. Yani cep telefonu, bilgisayar, tablet, her tür elektronik aletinize ve içindeki kişisel bilgi ve yazışmalarınıza el konulabilecek.

Oysa ki Fransa halkı, görevde olsun olması silah taşımasına OHAL sayesinde izin verilen polis, hatta asker kontrollü bir günlük hayata geçmeye henüz alışamamıştı. Her devlet dairesinin kapısında, her müzede, kamuya açık her alanda aramaların yanı sıra, bu “insan hakları anavatanı”nda temel hak ve özgürlüklerin yavaş yavaş yok olmasını şaşkınlıkla izliyordu. Örneğin Fransa’nın ulusal bayramı 14 Temmuz’dan daha kalabalık ve şenliklerle kutlanan 1 Mayıs İşçi Bayramında Paris’in göbeğinde yaşanan polis şiddeti. Örneğin tam da emekçilerin haklarını kısıtlayan yeni iş yasasının hükümet zoruyla parlamentodan geçirildiği şu sıralarda, valilik ve kaymakamlıkların diledikleri an bir kararla iptal edebilecekleri gösteri düzenleme özgürlüğü.

Ama yine de elma ile armudu, daha doğrusu hukuk devleti ile “saray devletini” karıştırmayalım. Buralarda sağdan, iktidardan, sol muhalefetten sesler kendiliğinden yükselebiliyor hala. Fransız sağının eski tüfeklerinden, şimdilerde devletin atadığı resmi “Haklar Savunucusu” Jacques Toubon geçenlerde bir açıklamasında “Hukuk devletini ve temel özgürlüklerin yerine getirilmesini tehlikeye sokacak ‘sürekli sıradışı durum’ getirecek OHAL ile ilgili endişelerini” dile getirebiliyor. Ya da İçişleri Bakanı Bernard Cazeneuve bizzat “OHAL saldırıları önleyemez, olası terör olaylarına karşı tek başına çözüm değildir, farklı mücadele araçlarından sadece biridir” diyebiliyor. Sol basın her gün OHAL’e karşı yazılar, dosyalar yayınlamayı sürdürebiliyor, hatta vatandaşların yeni OHAL düzenlemelerine karşı kendilerini kanunen nasıl savunacaklarını el kitabı şeklinde sayfalarında yer verebiliyor.
Evet Fransa terör tehdidi karşısında toplumsal ve hukuksal bir değişim, hatta gerileme sürecine girdi ve bu durum devam edebilir. Ama keşke Erdoğan ve AKP iktidarı Fransa’nın bu hak ve özgürlükleri en dibe vurmuş halini bile lafta değil, uygulamada örnek alabilse.