İSKİ için çalışan taşeron İSPER firmasının işçilerinin bazı talepleri var. Kimsenin suyu kesilmesin, taşeron işçiye kadro verilsin… Enerji-sen’de örgütlü bu işçileriş yoğunluğunun azalması için ise kadroların artırılmasını istiyor.

Yurttaşın suyunu kesmek değil kadro istiyoruz

Rıfat Kırcı

Gün boyu yürüyerek hanelerin su faturalarını çıkaran İSKİ işçileri artık taşeron firmada çalışmak ve faturası ödenmeyen hanelerin suyunu kesmek istemiyor. DİSK’e bağlı Enerji-Sen’de örgütlenen işçiler bu taleplerini sık sık yineliyorlar. Twitter hesaplarını aktif şekilde kullanan sendika üyeleri dikkatimizi çekti. İşçiler bu hesaptan gün içinde hangi zorluklarla karşılaştıklarını, yurttaşların kendileriyle nasıl iletişim kurduklarını, su vanalarının üzerine suyun kesilmemesi için bırakılan notları paylaşıyorlar. Bir yandan da taleplerini söylüyorlar. Biz de İSKİ’de çalışan taşeron işçilerin bir gününü merak ettik ve sendikayla iletişime geçerek bir işçiyle bir gün boyunca çalışmayı talep ettik. Karşılık da bulduk.

SAĞLIĞIMI VERDİM, ÇOCUĞUMUN RIZKINI VERMEYEYİM

İşçiler İSKİ için çalışan taşeron firma İSPER yönetiminden oldukça çekiniyorlar. İsimlerini vermek istemedikleri gibi çalıştıkları bölgenin fotoğraflarının da çekilmesini istemiyorlar. “Bu bölgeye ben bakıyorum, fotoğraf çektiğin an benimle konuştuğunu anlarlar…”

Aslında işçiler oldukça yorgun ve bezmiş görünüyor. Bizim yanında bir gün geçireceğimiz işçi “Kovulmaktan değil de tazminatımın yanmasından korkuyorum. Bu işte alerjik rinit oldum, bel fıtığı çıktı. Bedenimi verdim çocuğumun rızkını vermeyeyim” diye anlatıyor kaygılarını. Biz de fotoğraf çekmeme ve isim kullanmama şartını kabul ederek işe koyuluyoruz.

GÜN AYDINLANMADAN İŞBAŞI

Sayaçların okunacağı mahalleye gidiyoruz. Burası şehrin dışında kalan, gecekonduların müstakil evlerin olduğu bir bölge. Yokuşlar oldukça dik, yollar çamurlu, cami avlusu dışında dinlenecek hiçbir yer ve market yok. Bu nedenle suyumuzu yanımızda götürüyoruz.

İşe başladığımızda saat sabah 8’i biraz geçiyordu ve kapalı havanın da etkisiyle hava hâlâ karanlıktı. Bu mahallede su sayaçları dışarıda olduğu için fazla zorlanmıyoruz ancak kimse tedirgin olmasın diye sessizce çalışmak zorunda kalıyoruz. İnsanlar evlerinin önüne marul, maydanoz, pancar gibi bitkiler ekmiş. Bazı su saatleri bu bahçelerin içinde kaldığı için fileleri, telleri atlatmamız gerekiyor. Yağmur da yağdığı için ayakkabılarımız hep çamur oluyor. “Bazen köylere gittiğimizde su saatinin üzerinden inek kaldırdığımızı biliyorum” diyor işçi.

MASRAFLAR İŞÇİYE AİT

Su saatinin üzerindeki rakamlar şirketin verdiği cihaza giriliyor ve bir başka cihazdan da fatura çıkıyor. Faturanın çıktığı cihaz pantolonun kemerine bağlı. Yağmurlu havalarda cihaz su alırsa ya da herhangi bir nedenle bozulursa bin liraya kadar çıkan masraflar işçiye ait. İSPER işçiye vermesi gereken ekipmanı da geciktiriyormuş sürekli. Henüz kışlık ayakkabıları, pantolonları gelmemiş. Gün içinde o kadar çok yürümek zorunda kalıyorlar ki ayakkabılar 2 ayda eskiyormuş.

2 saate yakın bir süre boyunca hiç durmadan evlerin önüne teker teker uğrayıp faturaları çıkarıyoruz. En sonunda bir caddeye çıktığımızda “Burada biraz dinlenebiliriz” diyor işçi. Oturacak yer olmadığı için ayaktayız, suyumuzu içiyoruz. Ben çoktan terledim. Oturamadığımız için eğilip ellerimle dizlerimden destek alarak dinleniyorum. Ya hamlamışım ya da iş gerçekten ciddi bir tempo gerektiriyor. Doğru yanıtın ikincisi olduğunu zaman biraz daha ilerleyince anlıyorum.

İKİNCİ BİR İŞTE ÇALIŞMAK ZORUNDAYIM…

Tekrar yürümeye başlamadan önce işçi “Daha yeni başladık” deyip gülüyor. İzleyeceğimiz güzergahı anlatıyor. Yıllardır baktığı bölgelerden biriymiş. Kendisine bir rota belirlemiş, hangi evden sonra hangisine uğrayacağını ve nerelerden geçeceğini, en kestirme yolun hangisi olduğunu çok iyi biliyor. Bölge çok dağınık olduğu için bir evden başka bir eve geçerken sürekli merdiven inip çıkmak zorunda kalıyoruz, duvarların üstünden atlıyoruz, dar aralardan, çamurun içinden geçiyoruz. “Bunu yapmazsak işimiz uzar” diyor.

İş tempolu şekilde devam ediyor. Saat ilerledikçe insanlar da yavaş yavaş uyanmaya başlıyor. Bölge halkıyla tanışmış, artık birbirlerini tanır olmuşlar. İnsanlar selam veriyor, kimisi şaka yollu çok yazma diyor. Çoğu faturalardan şikayetçi. Laflıyoruz. Kendisi de yoksulluk çekiyormuş. “Çocuk küçük, eşim çalışmıyor onun için” diyor. Akşamları ikinci bir işte çalışıyormuş işçi geçim derdinden de bahsediyor. “Çocuğun masrafları çok. Elbiselerini, ayakkabısını ikinci el alıyoruz, hanım buluyor. Çocuk bu ay giydiğini önümüzdeki ay giymiyor. Hızlı büyüyorlar. Biz de öyle büyüdük. Akrabalardan abilerimizden aldık hep kıyafetlerimizi.”

BAYILAN İŞÇİYİ YURTTAŞ BULDU

Saatlerce yürüyüp, yokuşları inip çıkarken çeşitli sorunlarla da karşılaşıyoruz. Bir evin önündeki köpek oldukça asi davranıyor… “Sen burada bekle, ben saati okuyup geleyim” diyor işçi. Benzer durumlarla 3-4 defa daha karşılaşıyoruz. İşçiyi daha önce çok köpek ısırmış. Bir defasında böbreğine yakın bir yerden ısırıldığı için büyük bir tehlike atlatmış. Bu vesileyle olası iş kazalarına da değiniyor. Karlı havalarda dahi sayaç okumaya çıkıyorlarmış. Bir kez bir arkadaşı kayıp başını yere vurmuş. “Kaç saat baygın yattığı belli değil. Şans eseri vatandaşın teki denk gelmiş. Hastaneye kaldırıldığında yönetimden kimse arayıp sormadı çocuğu.”

KİMSENİN SUYU KESİLMESİN, İŞÇİYE KADRO VERİLSİN

İşin bitmesine yakın tabanlarımın ciddi şekilde ağrımaya başladığını hissediyorum. Dakikalar, saniyeler uzadıkça uzuyor, geçmek bilmiyor. Günün sonunda genel bir değerlendirme yapıyoruz. En nihayetinde şunları söylüyor işçi: “Çalışma koşullarımızı siz de gördünüz. Bizim talebimiz basit. Taşeron neden var? Bu İSPER, İSKİ’nin işini yapmıyor mu? İSKİ kendi işçisiyle yapsın bu işi. Biz kadro istiyoruz. Eski yönetim kendi kadrolarını yerleştirdi her yere. İş bilmezlerle doldu her yer. Biz bu sorunların giderilmesini istiyoruz. Kadro ve sayımızın artırılmasını istiyoruz. Şu süreçte kimsenin suyu kesilmesin istiyoruz.”