Yeryüzü, evrenler çokluğu. Evrenler açığa çıktıkça üsluplar da, kimlikler de değişir. Yazı içinde saklanacak bir yurt değil, aksine bir geçittir, evrenlerin içinden geçiyor. Yürümek, yeryüzüne yazı yazmaktır, yazdıkça var olabilmek

Yürümek, yazmaktır ya da tam tersi

Yeryüzünde her canlı, her insan kendi yurdunu algılama yetisine göre kuruyor. Yüzeyleri işaretlerle donatmak ve işaretleri okumak; karmaşanın ortasında bir düzen, bir evren yaratma çabası. Sokak köpekleri kendi yurtlarını, kentin duvarlarını idrarlarıyla işaretleyip, sonra da bu işaretleri okuyarak kuruyor. İnsanlar da boş yüzeyleri işaretlerle donattıkça ve işaretleri algıladıkları ölçüde kent içinde yurtlar inşa ediyor. Yüzeyler işaretlerle tıka basa dolu; sokak, dükkân adları; reklamlar; grafitiler; trafik işaretleri. Göstergeler imparatorluğunda işaretler bizi yurtlara götürüyor. İnsan işaretleri takip ettikçe mekânını yaratıyor. Ya da kentin kimi köşelerini kendine mekân kılıyor. Kentin karmaşasından kaçıp sığındığımız yurtlar aynı zamanda evrenlerdir. Buralar bir kafe, meyhane, kıraathane, şans oyunları bayii, AVM ya da sanat galerisi olabilir. Herkesin kendi meşrebine göre bir evreni var. Oysa kent, içinde evrenler çokluğu barındırıyor. Her evren, çokluğun sadeleştirildiği, sayısız işlevin tek bir işleve indirgendiği yurtlardır. Oysa kent, tüm evrenleri birbirine sokaklarıyla bağlıyor.

Yazıyı kendilerine yurt edinenler var; boş yüzeyleri yazılarla doldurarak yazı evrenine yerleşenler. Yazı bugün demokratikleşmenin etkisiyle bir iletişim biçimi olarak görülse de Roland Barthes’ın belirttiği gibi yazının saklamaya, saklanmaya yönelik karanlık bir kökeni var. Hayatın karmaşasından kaçıp kendine kapalı bir yurt yaratma çabası. “Şifreleme yazının doğal eğilimidir” (Yazı Üzerine Çeşitlemeler, YKY). Yazının saklama eğiliminin pek çok nedeni olabilir: “Din dışı bir alanla hiçbir şekilde bağlantı kurmak istemeyen tutucu bir öğreti ve tanrılarla gizli bir iletişim söz konusu olduğunda dinsel nedenlerden söz edilebilir.” Ya da “belirli bir toplumsa sınıfı (egemen sınıfı) temsil eden yazıcı kastının bazı sırları, bazı bilgileri ve bazı mülkleri gizli tutması istendiğinde toplumsal nedenler söz konusu olabilir.” Yazı, içine girilmesi zor bir labirent gibi inşa edildiğinde yabancılar, yabaniler, göçebeler yazıdan dışlanıyor. Ancak inisiye olduktan, evcilleştirildikten sonra labirente dahil olabilirler.

Yazı bir aydınlanma, aydınlatma aracı olarak kabul edildikçe, “yazının karanlık yüzü” hep ıskalanıyor: “Yazı, binyıllar boyunca, yazıyı kullanmaya başlamış çok az sayıdaki kişiyle, henüz kullanmayanları (insan yığınlarını) birbirinden ayırmaya yaramıştır, mülkiyetin (imza aracılığıyla) ve seçkinlerin işareti olmuştur; bugün bile hâlâ, her tür ustalık, farklılaşma ve belki de gizlilik, ancak özel bir yazı aracılığıyla sağlanabilir.” Yazanlar yazdıkça var edebiliyorlar kendilerini. Yoksa yazdıkça kapatıyorlar mı? Yazar kimliğine sığınanlar. Yazı, tüm evrenlerin ve mikro evrenler olarak bedenlerin içinden geçen kıvrımlı bir sokak da olabilir. Yazı, tek bir yurda, bir kimliğe sığmayacak kadar güçlü. Yazı, kapalı evrenleri, tanıdıklarla yabancıları, yerleşiklerle göçebeleri, evcillerle yabanileri yan yana getirebilir ve yazının mekânı bir komüne dönüşebilir. Mikail Bakhtin’in karnaval ile romanı ilişkilendirmesi ve Guy Debort’un, 1871’de kurulan Paris Komünü’nden “19 yüzyılın en büyük karnavalı” diye söz etmesi.

Yazı, olmuş, olmakta ve olacak olanı birbirine bağlayan sokaklardır; yazdıkça kendimizi var edebilmemiz ondan. Hayata yazının ipliğiyle bağlıyız. Yazıyla ilişkimiz koptuğunda hayatla da bağımız kopuyor. Yazı belleği, şimdiyi ve geleceği birbirine bağlıyor. Bir yılan gibi; yazı sokaklarda dolaşıyor, kentin kıvrımlarını açıp farkı açığa çıkarıyor. Yazı, kıvrımlı kent sokaklarında dolaştıkça kabuk değiştirir. Ama yazar kimliğine sığınanları üsluplarından, değişmeyen süslü kabuklarından tanıyabilirsiniz. Oysa “üslup kimilerinin sandığı gibi bir süsleme değildir; ...üslup –tıpkı ressamlar için renk gibi- bakışın bir niteliğidir... başkalarının görmediği özel bir evrenin açığa çıkışıdır...” (Marcel Proust, Edebiyat ve Sanat Yazıları, YKY.). Yeryüzü, evrenler çokluğu. Evrenler açığa çıktıkça üsluplar da, kimlikler de değişir. Yazı içinde saklanacak bir yurt değil, aksine bir geçittir, evrenlerin içinden geçiyor. Yürümek, yeryüzüne yazı yazmaktır, yazdıkça var olabilmek. İktidarın bizleri kapattığı yurtlardan sokaklara çıkmak. Sokaklar, ayrıştırılmış yurtları birbirine bağlıyor. Ve tüm sokaklar sonunda denizlere çıkıyor.

cukurda-defineci-avi-540867-1.