Bolşevikler, insanlığın görmediği, denemediği bir toplum vaat ettiler. Daha evvel Paris’te, 1871 baharında beliren isyancılardan beri, işçilerin, köylülerin bir ülkeyi yönettiği görülmüş değildi. Batılılar, Bolşevikleri tanımıyordu, yıllarca bu yüzden Çar’ı getirmek için ordular gönderdiler. Bolşeviklerin cevabı -belki de mecburen- Çar’ı yedi sülalesiyle kurşuna dizmek oldu.

Bizim şu insanın kul sayıldığı Anadolu’da bile kongre dönemleri başladı. Mustafa Kemal ve arkadaşları, Erzurum, Sivas, Amasya demeden halk temsilcilerini topladılar, Osmanlı ailesinin altı asırlık hükümranlığına son vermek için yola çıktılar; başardılar da. Osmanlı ailesi kurşuna dizilmedi; sürgün edildi. O sıra, beyaz renkte üniforma giymiş birden fazla ordunun saldırısı altındaki Bolşevikler, güney sınırlarını koruyan Anadolu’daki bu hareketi coşkuyla selamladılar. Bolşevik devrimin uzantısı gördüler; İzvestia, Asya’da ilk Sovyetler devrimi dedi.

Batılılar Bolşevizmi, Çarlık barbarlığıyla Lenin’in ideolojik fanatizminin bir bileşimi sanıyorlardı. Yıkamayacaklarını anlamaları uzun sürmedi, tüm ülkeler yeni hükümetle birer birer antlaşma yaptılar. En hızlısı, en çok düşmanlık eden İngilizlerdi.

Çarlığın geri gelme olasılığını tarihe havale eden Bolşevikler, kendisine saldırmış Avrupalılara iyi bir yüz kazandırmakta da gecikmediler. Bolşeviklerin, tüm iktidarın işçi köylü sovyetlerine devredilmesi çağrısı dünyada büyük bir etki yaratmıştı. Hele topraksız köylülere toprak dağıtılması ve büyük çiftlik sahiplerinin egemenliğine son verilmesi, kendi köylülerinin gazabından kurtulmak isteyen Avrupalıların, aristokrat sınıfı kurban etmesine yol açtı. Bolşevikler Rusya’daydı, ama politikalarını Avrupalılar uyguluyordu.

Bolşeviklerin uluslara ve ulusal azınlıklara kendi kaderini tayin, anadilde eğitim ve kültürlerini geliştirme hakkı tanıması, Avrupalıları azınlık sözleşmeleri imzalama yoluna soktu. Wilson’un on dört ilkesi, aslında Bolşevizme bir yanıttır.

1929 krizinin de etkisiyle, geçen yüzyılın başka bir akımı olan faşizm Avrupa’da yükselişe geçti. Karl ve eşi Roza kafaları darp edilerek bir kanala atılmış, Alman devrimi doğmadan ölmüştü. Hitler adım adım iktidara yürüyordu, Bolşeviklere tek ülkede sosyalizmi kurmak dışında sanki bir yol kalmamıştı.

Bolşeviklerin içe kapanması, devrimleri değil, devrimcileri Sovyetler Birliğinin yardıma çağırması, Bolşevizmin ilk amaçlarını zedelemekle kalmadı; içte uygulanan baskı yöntemleri de arkada lekelerle dolu bir miras bıraktı: 1936 yargılamaları, Gulag kampları, zorla çalıştırma. Bu dönemi, faşizme karşı anayurdu savunma savaşının bir faturası olarak görenler de var. Stalin bu arada tek adam oldu, 1953’te öldüğü güne kadar yapayalnız kaldı.

Geçen yüzyılın ikinci yarısı kapitalizmi daha insanileştirecekti. Faşizmi Avrupa’ya gelip yıkan Bolşevikler kahraman olmuşlardı. Tüm milletler, azınlıklar, ezilen dinler, inançlar, mezhepler Bolşevizm yolundaydı. Bu defa çalışanların sömürüsüyle yaşayan kapitalistler, yıkılmamak için sosyal devleti kabul ettiler. İşçinin çalışma, işsizlik, tatil, konut, dinlenme, kreş, bakım, yaşlılık aylığı kabul edildi. Aristokrasiden sonra bu defa, tatlı bazı kârlar feda edildi. Bu, Bolşeviklerin Avrupalılara ikinci iyiliğiydi.

Bolşevizm, dışarıdan gelen saldırılara, henüz bir inşa başlamadan patlayan iç savaşa, Hitler’e rağmen ayakta kalmıştı. Ama yıkılış içten oldu: Soğuk savaş ve silahlanma yarışı, Afganistan’ın işgali, ekonomide açıklara yol açtı. Parti bu yıllarda epey kişiselleşmiş ve hantallaşmıştı. En azından yüzyılın ortalarında büyük işler başarmış, faşizmi yenmiş Stalin yoktu; kalanlar vasat adamlardı. Parti yöneticileri ayrıcalıklı bir kasta dönüşmüştü.

Bizim Osman Korutürk anlattı: 1970’lerde Moskova’da Konsoloslukta görevli, bir gün hiç bilmediği bir otoyola giriyor, polis durduruyor, komünist parti yöneticisi misiniz diye soruyor. Meğerse o yolu sadece komünist partisi yöneticileri kullanabiliyormuş. Düşünün, AKP bile sadece AKP’lilerin kullandığı bir yol yapmadı daha. İstanbul-İzmir yeni yolunu en azından 256,3 lira verenler geçebiliyor. (Haftaya Amerika’yı ve Sanders’i konuşalım).