Cumhuriyet gazetesi davası tarihe geçti. Ahmet Şık’ın sözleri başta olmak üzere mahkemede yapılan savunmalar bir cesaret belgesi olarak duruşma salonunun dışına çıktı ve adaletin ancak AKP’siz bir Türkiye’de tecelli edeceğinin kanıtı haline geldi.

Normal bir ülkede böyle bir dava zaten hiç açılmazdı, hadi açıldı diyelim bu iddianameyle kimse tutuklu kalmazdı. Ama Türkiye epeydir ‘normal’in yakınından geçen bir ülke değil! O nedenle Şık, Atalay, Gürsel ve Sabuncu hâlâ tutsak…

Tüm muhaliflere “düşman ceza hukuku” uygulayan bir rehin alma rejiminde yaşıyoruz. İktidar bloku, yönetememezlik krizini aşmak ve kirli ittifakları sürdürmek için sürekli rehin almak durumunda. Hükümeti eleştiren kurum ve organları, onların etkili isimlerini tutsak ederek susturmak isteyen iktidar, Cumhuriyet davası başta olmak üzere birçok benzer olayda aslında duvara tosladı. Zira politik hattı sağlam olanlar teslim bayrağı çekmiyor; doğru bildiğini yazıyor, örgütlü kötülükle mücadeleyi sürdürüyor.

Öte yandan teslim olması istenen kesimlere her geçen gün yenileri ekleniyor. İnatçı muhalifleri korkutmaktan umudunu kesen yandaşlar, güncel siyasi çatışmanın uzağında durarak hayatta kalma stratejisi uygulayan grupları hedef almaya başladı bile. Gayrimüslim cemaat önderlerine aba altından sopa gösteren kimileri, FETÖ ile mücadele adına gayrimüslimlerin iktidarın yanında saf tutmasını talep ediyorlar. İslamcıların gayrimüslim ruhani liderlerinden Batı’da AKP için lobi yapmalarını beklemesi ironik değil aksine bu gözdağı ve rehin alma taktiğinin bir uzantısı.

Bulanık sularda oyunlar
2019 hazırlığına çoktan başlamış Saray’ın hangi güçlerle yola devam edeceğini kestirmek kolay değil. Fakat suların daha da bulanacağını öngörmek için iktidar kulislerinde dolaşmaya gerek yok. Kanıtlar, arayan için masanın üzerinde apaçık duruyor. Hükümet içinde hükümetler var ve çıkar ortaklığının yerini rant savaşı aldı çoktan. Erdoğan’ın çektiği ihtarların nedeni bu manzaranın er geç kendi altını oyacağını tahmin etmesi.

Saray’ın bir zamanlar “yakın çevresi” olan ekibe dair tartışmalar dinmiyor, boşalacak mevkiler için savaş kızışıyor. “Ümmetin alimi” olarak görülen Davutoğlu ile MHP’lilerin söz düellosu gösterdi ki yandaş medya olası bir krizde MHP’yi de harcayacak! 15 Temmuz akşamı MİT’te olup “darbeyi eşinden öğrenen” Görmez’in Saray’dan Diyanet Başkanlığı’nı bırakıp “başka mevki” istemesini de es geçmeyelim. Suriye iç savaşı-MİT-Diyanet ilişkileri de hala karanlıkta. Tüm bunlar olurken yüzümüzü bir de “Kemalist subaylar darbe yapacak” söylentisine ve zamanlamasına çevirelim. YAŞ’ta Kemalist subayları tasfiye planları ile Kuvvet Komutanları’nın Millet Camisi’nde üniforma ile namaz kıldığı kareyi yan yana getirelim. Sonuç mu, sonuç 15 Temmuz sonrası “dere geçerken at değiştirilmez” sözü birileri için kıymetini kaybediyor. Darbe girişimi akabinde siyasette ve askeriyede oluşan gevşek ittifakın da sonuna yaklaşılıyor.

Arabuluculuk sevdalıları
Suların bulandığını gören ve henüz kırılmamış fay hatlarından korkanların manevra alanı daralıyor. Bu da yalpalayanların sayısını arttırıyor. Halbuki siyasal İslam ile pazarlık etmek mümkün değil. Her kim ödün vererek İslamcı kadroların “fetih iştahını” azaltabileceğini düşünüyorsa büyük bir gaflet içinde. Mevcut iktidarın koçbaşı olan İslamcı gruplar toplumu topyekun dönüştürme projesinde dur durak dinlemez. O nedenle siyasal İslam ile seküler kesimler arasında arabuluculuk rolünü üstlenmek isteyenler sıfatı ve geçmişi ne olursa olsun nafile bir çabanın içindeler. Yıllarca çarpıtılmış liberal tezlerle, muhafazakâr burjuva güzellemeleriyle İslamcıların meşruiyet kazanmasını sağladıkları yetmezmiş gibi bugün de algı manipülasyonu yaparak politik gerçekliği gizleme telaşına düştüler. Çok hukukluluk provasının yapıldığı bu çerçevede müftülere nikâh yetkisinin verilmek istendiği, MEB ile Ensar’ın ile “bütünleştiği” şu günlerde laik rejime bütünlüklü ideolojik saldırıyı görmezden gelerek sözü “pozitivizm-dindarlık” tartışmasına getirmek yalnızca tecrübemize değil aklımıza da hakaret.


Bu iktidara muhalefet etme nedenleri ve biçimleri farklı olabilir ama ne tutsaklar ne de dışarıda kalanlar pes ediyor. Kimsenin şanını korumak isteyen arabuluculara, tarafsız görünüp iktidarın değirmenine su taşıyanlara, gizli pazarlıklarla siyasi ikbal peşinde olanlara ihtiyacı yok. “Dik durmak” muktedirin bir erdemi değildir aksine baskıya maruz kalanların dik duruşu halkın özgür geleceğinin teminatıdır. O nedenle Adalet yürüyüşü ile vicdan ve adalet nöbeti arasındaki mesafe sanıldığını kadar uzun değildir. Hiçbir iktidar, bir ülkenin aydınlık gelecek isteyen geniş katmanlarının umudunu, azmini, kararlılığını rehin alamaz!