Afganistan’ın Kunduz vilayetindeki Sınır Tanımayan Doktorlar’ın hastanesi, 3 Ekim 2015’te Amerika Birleşik Devletleri uçaklarınca bombalandı. Aralarında doktorlar ve sağlıkçıların da olduğu 22 kişi hayatını kaybetti, zaten bombardımanlardan kurtulup hastaneye kendini atmış olanlar da dahil onlarca kişi yaralandı. ABD ölenleri “Yan hasar” diye tanımladı, dönemin başkanı Obama bombardımandan dolayı özür diledi, böylelikle konu uluslararası kamuoyu için kapandı.

Ölenler, öldüğüyle kaldı.

Bu saldırıyla ilgili Dr. Hande Arpat, üyesi olduğu Halkın Doktorları’nın blog’una şöyle yazmıştı:

“Yüzlerce yıllık mücadelelerin kazanımları olan uluslararası sözleşmeler, bildirgeler, ilkeler, kurallar… Hepsi ve insanlığın tüm ilerici kazanımları adeta unutulmaya yüz tutan kadim öyküler misali ‘eski’ anlatılara dönüştürülüyor. Tüm değerler, ilkeler eski bir masalın geçtiği gerçeküstü atmosferinin tasvirleri kadar uzak. Fiilen uygulanan/uyulan hiçbir ‘ortaklık’ yok, kalmadı. Kuralsızlık, değersizlik, ilkesizlik hüküm sürerken en çok zararı sivil insanlar, halklar görüyor; öldürülen, yerinden edilen, tecavüz edilen, işkence gören, hesap sorma kanallarının kapalılığı ile çaresizliğe gömülen milyonlarca insan… Bu koca hiçlik, kuralsızlık, ilkesizlik, değersizlik hükümdarlığının saldırganca silmeye, yok etmeye çalıştığı kolektif hafızamızın isimleri unutturulmuş hayaletleri mi olacağız, tarihin gerçek özneleri mi? Bundan daha büyük bir sancımız olduğunu sanmıyorum…”*

Modern tıp ile premodern zamanların kapışmasını izlediğimiz şu günlerde, zamanını çokça değişik hastanelerde geçiren, 10’a yakın farklı disiplinden tıpçıyla sık sık görüşen, Hasta Hakları Yönetmeliği’ni birçok kez okumak zorunda kalan bir ‘profesyonel hasta’ olarak bildiriyorum: Hayatlarımızı modern tıbba borçluyuz.

Örneğin, bugünlerde postmodern ya da premodern saiklerle karşı çıkılan aşılar olmasaydı, çocuk felcinden kızamığa kadar birçok salgın, bir kısmımızı dünya üzerinden silecekti. Ya da antibiyotikler olmasaydı, birkaç günde tedavi edilebilen basit enfeksiyonlar, otopsi kayıtlarına girecekti. Daha ciddi hastalıklarla yaşayanlar ya da tedavi olanların bir kısmı ise aramızda olmayacaktı.

Doktorların hacamatçılarca protesto edildiği bu ‘eski-yeni’ dönemde, bilimin insanlığa sunduğu en temel bilgilerin tartışmaya açılmasıyla, bilim insanlarına uzanan baskı ortamı arasında bir ortaklık yok mu?

Mültecilerin sağlık hakkı konusunda da çalışan, doktorluğu bazı diplomalılar gibi sadece zenginleşme aracı olarak görmeyip insanlığa katkı sağlamak için bir amaç haline getiren Dr. Hande Arpat, ben bu yazıyı yazdığım sırada, Türk Tabipleri Birliği’nin Merkez Konseyi’nden yedi doktorla birlikte gözaltındaydı. Üç doktor cuma günü adli kontrol şartıyla serbest kaldı. Serbest bırakılan doktorlardan Şeyhmus Gökalp ile de, operatör doktorlar Selçuk Mızraklı ile Şemsettin Koç’un tutuklanmasının ardından, yaklaşık altı ay önce konuşmuştuk.

Gökalp de “Zaten hekimlik mesleği özünde hak savunuculuğudur” demişti.

Doktorluğu hak savunuculuğu olarak görüp modern tıptaki gelişmeleri insanlığın hizmetine sunanlar ile bilimin her alanını zehirlemeye adanmış hurafeleri üretenler arasındaki yüzlerce yıldır bitmeyen kavga memleketimizde yeniden alevlenmişken, ‘kuralsızlık, değersizlik, ilkesizliğin hükmüne’ karşı çıkanların da yine bilim insanları olmasından daha doğal ne olabilirdi?

*http://halkindoktorlari.org/blog/ya-uyanamaz-da-masada-kalirsam-doktor/