Yeni Türkiye’nin nefretle emzirdiği, hınçla gübrelediği, anne diziyle tahrik olan “erkek” sürüsünün pençeleri Özgecan’a uzanınca...

Özgecan’ın tırnakları o salyalı, yeleli, çıyan gözlü “karanlık sürünün” terli, ebleh yüzüne saplanmıştı.

O tırnak izleri bu en ilkel güdülerine indirgenmiş, insan olma yetisini kaybetmiş, varlığında “suç” kavramı taşımayan sokağın loşluğuna, akşamın ıssızlığına, duvarların kalınlığına sinmiş linççi-tecavüzcü “küçük ezik adamların” yüzünden bir daha asla çıkmayacaktı.

Ve yıllardır hızlı akan rutin görüntü, iç ürpertmeyen olağanlaşmış sosyoloji “kadın kırımı” dere yatağında bulunan Özgecan’la “ruhu ağır hasta ülkenin” cesur kadınları meydanları doldurunca gündeme oturmuştu.  

Her gün kadını üç vakit aşağılayan, ne kadar ikincil bir cins olduğuna vaaz eden, kadın varlığını “güvenilmez, kirli yaratık” imgesine sıkıştırarak taşlayan, 10 yaşındaki kız çocuklarını “kadın” sayan, parti-devlet ve dinci meczup erbabı bayağı afallamıştı.

Halbuki kara puslu hayal dünyasından fışkıran nefret/şiddet söylemlerini her gün ortalığa boca eden, hukukun gereksizliğini, toplumun şah damarına zerk eden, “yüce erkek mitosuyla” donanmış “Yeni Türkiye”, hınçla örgütlediği “ajite lümpen güruhlar” kadar, dolmuşla evine giden Özgecan’ın katlinde sorumluluk sahibiydi.

Eski Türkiye’nin modern kisveli ataerkil zihniyeti ve otantik devlet yöntemi linç pratiklerini külliyen neoliberal-İslamcı bünyesine “ecdat mirası” gibi katan Yeni Türkiye’nin lacili adamları yine bar bar bağırınacaklardı.

AB’den sorumlu Bakan bu vahşet başına gelse, eline silah alıp  maço, ırkçı, şoven, cinsiyetçi toplumsal kültür mahsulü katili vuracağını gururla söylerdi.

Neden mi? Çünkü Türkiye hukuk devleti falan hiç olmamıştı, maço-külhan devlet erkinin çıkar ve ideolojisini kollayan koruyan yargı zihni, tecavüzün insan ruhuna ve bedenine karşı işlenmiş en ağır”suç” olduğunu kabul edemezdi.

Tahrik olmak için “avını” arayan, asabiyeti burnunda, milli benliği her an istim üzerinde tutulan, gerçek hayatta yenik, acz içinde “eksik erkek kimliği”  coşturula coşturula sokaklara sürüle doldurula bugünlere gelinmemiş miydi?

Buralarda hangi azılı işkenceci, hangi katil, hangi tecavüzcülerin alnı devlet tarafından “ vatan evladımızdır” diye öpülmedi, terfisi, ödülü verilmemişti ki.

Çocuk ve kadın varlığını görüldüğü ıssızlıkta erkek gölgelerinin vampir gibi üşüştüğü, kuytuluklardan zedelenmiş, başı taşla ezilmiş küçükler ve doğranmış, yakılmış kadınların çıkarıldığı “kamusal cinai etkinlik alanı” ülkemizin soğukkanlı Aile Bakanı da,  fırsattan istifade faşizan tonlu yeni rejime idam cezasını çağırmıştı.

Hiç şüphe yoktu ki o idam cezasının hedefine devlet tarihimiz şahittir ki siyasi muhalifleri, protesto hakkını kullanan vatandaşları İç Güvenlik Paketi’nin hukuksuz “makul şüphelisi”  iktidar yargısının “vatan haini” ve Yeni Türkiye rejiminin “iç düşmanlığına” tahvil edilerek yerleştirilecekti.

Ama yoktu öyle yağma!

Eğer aynaya baksalar  hepsi yüzlerinde Özgecan’ın tırnak izlerini görürlerdi.

Biz onlara bakınca görmüyor muyduk...