Olmuş olanı olmamış gibi yaşamak mümkün mü? Tarihin karanlık yüzüyle karşılaşmak yüzleşmeyi gerektiriyor. Kişilerin olduğu kadar devletlerin de, toplumların da bunu yapabilmesi... Birey kendi bütünlüğünü yalana sığınarak koruyabiliyor, gerçeklerle yüzleşmekten kaçıyor. Devlette ve toplumda ise yüzleşilmesi gereken utancın ya da suçun; geçiştirilmesi, ötelenmesi, dahası inkâr politikaları hâkim. Geçiştirmek için dahi olsa gerçeklikle temas kurmayı reddeden bir tutum var. Mutlak bir inkârdan söz ediyorum. Çarpık, yetersiz ya da sorunlu bir yüzleşme falan değil doğrudan doğruya yüzleşmenin inkârı.
Benjamin’in “estetize edilmiş yaşam” dediği yaşamın yüceltilmesinin kökeninde bu inkâr yatıyor. Sahici bir yüzleşme zamana ve gerçekliğe dair toplumsal ve siyasal uzlaşımı, tarihin sorgulanmasını, suçlunun suçunu üstlenmesini gerektiriyor. Bu anlamda geçmiş geçmiyor. Alman Parlamentosu’nda 2 Haziranda kabul edilen 1915 Ermeni soykırımıyla, Maraş, Sivas, Roboski Katliamlarıyla, Sur, Nusaybin, Cizre ve dahası ile yüzleşme çok daha derin ve ağır bir travmatik gerçekliğe sahip. Suçu tümüyle reddetmekten başka, asıl kendini mağdur görme hali söz konusu. Üstelik maddi varlıklarına, topraklarına, hayatlarına el koyma ve üzerine bir de hayat inşa etme halidir gördüğümüz. İktidar aracı olarak medya ise analiz kılığında tehditler yağdırıyor, düşmanlıkları ve ayrımcılığı rafine söylemlerle işliyor, kötülükleri normalleştiriyor, inkâr yüzsüzlüğünü gösteriyor. Yüzleşmenin nasıl olabileceğini, olması gerektiğini konuşabilmenin, tartışıp sorgulayabilmenin çok uzağındayız.

John Berger, ‘Istırabın Fotoğrafları’ yazısında yüzleşmeyi görsele dokunarak anlatıyor; “Fotoğraflanmış bir ıstırap anıyla yüzleşme, çok daha yaygın ve acil bir yüzleşmeyi maskeleyebilir. Bize gösterilen bu savaşlar, genellikle doğrudan ya da dolaylı bir biçimde, “bizim” adımıza yürütülmektedir. Bize gösterilen şey, dehşete düşürür bizi. Bundan sonraki adım, politik özgürlükten yoksun oluşumuzla yüzleşmek olmalıdır. Var oldukları şekliyle politik sistemler içinde, bizim adımıza yürütülen savaşlara fiilen müdahale etmemizi mümkün kılacak hiçbir yasal olanağa sahip değiliz. Bunun farkında olmak ve buna göre davranmak, fotoğrafın gösterdiğine tepki vermenin tek etkin yoludur. Ne var ki fotoğraflanan anın çifte şiddeti, gerçekte bu farkındalığın aleyhine işler. Fütursuzca yayımlanabilmeleri bundandır.”
Yüzleşmeye; sanat ve düşünce tarihinden baktığımızda, sanatın ve felsefenin kitsch‘leşmesinin, bayağılaşmanın, katlanılamaz hale gelmiş olan yüzeyselliğinin, ikiyüzlülüğünün ve yabancılaşmışlığının örnekleriyle karşılaşırız.“Geçmişte yaşananın, üzeri örtülerek, zorla unutturularak, sahte bir yüzleşmeye tabii tutulduğunda ‘suç’ ve suçluluk duygusu azalmıyor tam tersine şiddetiyle artıyor. Dolayısıyla ‘suç, yüzleşme ve bağışlama’ gibi çok tüketilen kavramlardan bahsederken, başta bu meseleler hakkında düşünen, yazan insanların ve elbette bütün özgür vicdanların tekrar düşünmesi gerekiyor.” (Suç ve Kefaretin Ötesinde, Jean Amêry, Esra Yalazan’ın yazısından)


Öyleyse; Nostaljik hayıflanmalara ya da nihilistik boşvermişlik duygularına kapılmadan yaşamın yeniden inşasında, bireyin kendini sorgulaması, kendisiyle yüzleşmesi gerekiyor. Siyasal alanda çok fazla dillendirilen, bir arada yaşamanın koşulu; savaşla, ölümlerle, işkenceyle, kayıplarla dolu mirasıyla yüzleşmek, sadece doğrudan mağdurların değil, hem toplumun, hem bireyin sorunudur.

Dışarıdan içeri – içeriden dışarı ‘fotoğraf köprüsü’
Görülmüştür Ekibi ve Redfotoğraf Grubu olarak, 26 ayrı hapishanede 55 fotoğraf sanatçısı ile 55 tutsağı buluşturarak oluşturdukları bu sergi aslında bir yüzleşmedir de. Amacını şöyle açıklıyorlar: Tutsaklarla birlikte kolektif bir fotoğraf projesi gerçekleştirmek, dışarıda olan bizlerin, tutsaklarla iletişim halinde olmalarını sağlamak, yaratıcı olmanın yalnızca zanaat olmadığını, düşüncenin soyutlama aracı olarak nasıl kullanılabileceğini göstermek, içerinin sesini fotoğrafların diliyle dışarıdaki insanlara göstermek, 2016 yılı itibariyle hapishanelerde sayıları her geçen gün artan 182.000 tutuklu ve hükümlünün varlığını dışarıdakilere yeniden anımsatmak.

11-25 Haziranda Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nin katkılarıyla açılacak sergi Amed Sanat Galerisi’nde izlenebilir.