Helalleşme tartışması devam ediyor. Kılıçdaroğlu’nu bu yüzden övenler de var eleştirenler de… Geçen hafta kendi görüşümü belirtmiştim: İyimser bakarsanız, helalleşme deyince CHP’nin aslında Saray’la helalleşmediği, muhafazakâr seçmene seslendiği, Saray’dan hesap sormaktan vazgeçmediği söylenebilir. Ama haram-helal gibi dinsel kavramlarla siyaset yapmak, yaptırmak siyasi İslam’ın kazanılmış bir mevzisidir!

Karşı cenahtan ilk tepki beklendiği gibi oldu. Saraylılar “Sen helalleşeceğine önce bir hesap ver bakalım” dediler. “Haram olsun” diye de pekiştirdiler. Belki tek istisnası Nagehan Alçı’nın Kılıçdaroğlu için “CHP tarihinde devrim yapan bir siyasetçi olduğunuzu düşünüyorum” demesiydi. Temel Karamollaoğlu da aynen “Kılıçdaroğlu devrim yapıyor” demişti. Onlar “devrim” dediğine göre anlaşıldı ki helalleşirken, “hukuku da bize anlatacak olan aslında ilahiyatçılardır” diyebilen Kılıçdaroğlu “karşı devrim” yapıyormuş!


Peki, biz iyi niyetimizi koruyalım ve Kılıçdaroğlu’nun hukuki düzlemde (ilahiyatçılarla?) hesap sormaktan vazgeçmediğini, muhafazakâr seçmenle diyalog peşinde olduğunu söyleyenleri dikkate alalım. Ama dini siyasete alet etmek gibi bir derdimiz yoksa elbette o diyalogun “helalleşme” değil, “yüzleşme” gibi bir seküler kavramla ifade edilmesini tercih edeceğiz.

Toplumun en geri kesimleriyle mutlaka diyalog kurulması gerektiğini yıllar önce Lenin de söylemişti ve bunu “kitle içinde parti çalışması” olarak formüle etmişti. Lenin emekçi sınıfların “en geri ve en az gelişmiş üyelerine, onlarla yakınlaşmak, onlarla konuşabilmek, onları sabırla ve sürekli olarak sosyalist bilinç düzeyine yükseltmek için doktrinimizde kupkuru bir dogma yaratmadan yaklaşmayı öğrenmeliyiz” diyor ve bunun da sadece kitaplarda değil, bu geri ve az gelişmiş tabakaların varlıklarını sürdürmek için verdikleri günlük hayat mücadelelerinde yer alarak yürütülmesini istiyordu. Çünkü devrimci faaliyetin en önemli boyutu kitle çalışmasıdır ve kitleleri kazanmadan devrim ihtimalinin olmadığı bilinen bir şeydir.

Tek amacın seçmen devşirerek iktidara gelmek olan bir düzen partisiysen elbette yüzleşmeyi sadece helalleşme olarak anlayabilirsin. Ama seçimle yetinmeyen devrimci bir perspektife sahipsen her düzeyde hesap sormaktan geri duramazsın. Tabii ki hesap sorulacak olanlar seçmenler/kitleler değil onları ezen sömürü düzenini sürdürenlerdir.

Yüzleşme deyince akla haliyle güzellikler değil kötülükler gelir. İnsanlar kötülüklerle yüzleşmeye eğilimlidirler. Böylece yüzleşme yoluyla kötülüklerden ders çıkarılmış olur. Ve buradaki olmazsa olmaz unsur ise her şeyi olabildiğince dobra dobra ifade edebilmektir. Bu bakımdan yeri geldiğinde seçmenlerin sürekli olarak sağcı hükümetleri işbaşına getirmelerindeki sorumluluklarıyla yüzleştirilmesi de önemlidir. Ve bu da diyalog yoluyla sağlanabilir.

BirGün yazarı Ateş İlyas Başsoy da “Seveceksen Radikal Sev” kitabında bu diyalog konusunu titizlikle ele almıştı. Başsoy kitabında diyalogcu, diyalogsal iletişimi, yani “diyalojik iletişimi” öneriyor. Çünkü diyalojik iletişim farklı olan insanların ortak paydalarını keşfetmesine yarıyor ve örneğin Erdoğan’ın kavgacı iletişim tarzının kimyasını bozuyor. “Zorla güzellik olur mu?” diye soran Başsoy, diyalojik iletişimle “nefret edenlerin hem nefreti hem sayısı azalsa; belki diyenlerin de sayısı artar” cevabını veriyor. Bu yaklaşım düzen partilerinin seçim çalışmasında da devrimcilerin kitle çalışmasında da esastır.

Başsoy ayrıca “Diyolojik iletişim her koşulda işe yaramaz,” diye uyarıyor. “Hatta sistem sürekli olarak diyalojik iletişimi kullanılmaz kılan zorlamalar yapar. Ana akım bir partinin iletişim modeli olarak çok faydalı olsa da, maaş zamları için mücadele eden bir sendika için pek geçerli bir yöntem olmayabilir.

Sendikanın işverenle iletişiminde doğa gereği diyalektik [karşıtlığa dayanan] iletişim kullanılırken, sendikanın kendi üyeleri ve olası üyeleriyle diyalojik iletişim kurması işleri kolaylaştırır.”

Mesela CHP seçim kazanmak için diyaloga dayalı bir iletişim stratejisini sürdürürken (bizlerin içine sinmeyen) “helalleşme”/yüzleşme gibi yollar izleyebilir. Ama devrimci partilerin, SOL Parti örneğinde olduğu gibi, sömürücülerden hesap sorması ve emekçileri maruz kaldıkları sömürü ve aldatmalarla yüzleştirmesi, kitle içinde parti çalışmasıdır.

Yüzleşme özeleştiridir, hatalarımızdan ders çıkarmaktır; yüzleştirme ise Nazım Hikmet’in yaptığı gibi emekçi kitlelere “kabahat senin, –demeye de dilim varmıyor ama – kabahatin çoğu senin, canım kardeşim!” sözleriyle, hatalarından ders çıkarmasını söyleyebilmektir.