Yüzleşmenin ve benliğimizin halleri

Meltem Dağcı

Gıda-İş Sendikası ve Manos Kitap tarafından Şair-Yazar Sennur Sezer’in anısına bu yıl 3.’sü düzenlenen 'Sennur Sezer Emek-Direniş Öykü ve Şiir Ödülleri' sonuçlandı. Öykü dalında birincilik 'Kaybolanın Hikâyesi' adlı dosyasıyla Cem Kertiş’e verildi.

Kertiş, öykünün gücünü nasıl anlattığıyla ortaya koyuyor. Her öykünün izlekleri, geçişleri, rüyaları, sanrıları, sevgi ya da sevgisizliği birbirinden farklıydı. Bu durum, anlatım biçimini ön plana çıkarırken ona ilginç bir güç katmış. Öyküleri bize neler gösterdi derseniz:

Kitabın öykülerinden biri 'Kız, Mercedes ve Yalnızlık.' Öyküde sarhoş bir adamın konuşmak istediği kızla ilgili yarı hayal-gerçek durumu okura ayırt etmeye fazla izin vermeyen bir öyküydü. Hayliyle ilginç bulduğum öykülerinden biridir. Yanmayan mumları üfleyen sarhoş adamın hayallerinin dibine dolaysız dalacağınız bu öyküde Mercedes imgesi, şatafatın içerisinde yalın yalnızlığı temsil eden bir nesne olarak karşımıza çıkar. Mercedes, villa, yat vs. Kapitalist sistemin hangi yolla olursa olsun al, edin, ulaş dedikleridir. Bu öyküde çarpıcı bir şekilde görüyoruz ki lükse ulaşmak sevgiye ulaşmayı sağlamıyor. Kısa olmasına rağmen oldukça yoğun ve katmanlı bir öykü 'Kız, Mercedes ve Yalnızlık.' Zaten dosyadaki öykülerin hepsi kısa öyküler ve bu öyküler gücünü tam da bu noktada gösteriyor. Öyküler, kısa olmasına rağmen nasıl oluyor da böylesine yoğun ve alabildiğine bir dünya gösterebiliyor? 'Kız, Mercedes ve Yalnızlık' öyküsü ince bir Kapitalizm eleştirisinin yanında bizi yalnızlık, doğmak, sevgisizlik gibi birçok konu üzerinde de düşündürüyor.

'Ebabil' öyküsünde karısından boşanmış (ruhsal anlamda boşanamamış) tedavi gören biri, bir sabah odasının ortasında kuş görür. Ne yapacağını bilemeyen, telaşa kapılan adam boşandığı karısını arar bu konuda karısından yardım ister… Okuyuculara haksızlık yapmamak için daha fazla anlatmayayım. Boşanmış adam ile ebabil kuşunu bağdaştırdığım noktaysa ebabil kuşlarının diğer canlılara göre sadece üremek için yere inmeleri ve ömürlerinin çoğunu uçarak geçirmeleridir. Yere indikleri zaman tekrar kalkmaları ve uçmaları imkânsızdır. Boşanan adamın maviliklere doğru uçması da bu yüzdendi sanırım. Bu elbette benim yorumum. Yüzümdeki Sen, romanıyla tanıdığım Cem Kertiş’in öyküleri de okuyucuya açık kapılar bırakan, onu öyküye ve düşünmeye davet ettiren bir özle yazılmış.

'Çöpleri Yiyecek Dolu' öyküsünde siyasi sebeplerden ötürü işten kovulan alkolik kocanın karşısında parasızlıktan çaresiz kalan, iki çocuğuna yiyecek bulmak için çöpleri kurcalamak zorunda olan kadın vardır. Çöplerin israf edilmiş yiyeceklerle dolup taştığı bir dünyanın yanında açlıktan ve susuzluktan ölen insanların olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Öykü, bu gerçeği son derece içten ve güçlü bir kurguyla anlatmış.

“Bir elimde kemiklerin, domateslerin ve fasulyelerin olduğu poşet, diğerinde ekmek! Keşke bir tane daha ekmeğim olsaydı. İnsan istese de aç kalmaz bu şehirde, çöplükleri yiyecek dolu.“ s.22

Ayna metaforunu birkaç öyküsünde kullanır Cem Kertiş. Anlatıcının hayali karakteriyle yüzleşmek için gördüğü kâbus/rüyalar üzerinden kendi kendine konuşup yüzleştiği nokta aynadır. Yüzleşmesi gereken hangi durumlar varsa ayna metaforuyla bireyin iç dünyasını bize yansıtır. Aynadan yansıyan kişinin ruhsal durumlarını okuyucuya ustaca sezdirirken bir yandan da toplumsal bir eksiğimize parmak basar. Empatidir bu bilmecenin cevabı. Çünkü bireyin kendisiyle yüzleşmesi pek de kolay değildir. Çoğu zaman bakamaz, bakmaz. Bu öykü, aynalarınıza küsmeyin diye fısıldar kulağınıza, usulca.

“Hayır, yanlış duymuyordum. Benden hemen sonra kapının ardındaki kişi de tıpkı benim gibi kapıyı tıklatıyordu. Onun öte taraftaki varlığını kendi varlığım gibi apaçık hissediyordum. Birdenbire, banyomdaki aynayı hatırladım. Ayna adam bana söyleyecek bir şeylerin var mı, dedim fısıltıyla." s.25

'Bizi Keserlerdi'
Alevi kökenli, küçük bir çocuğun gözünden arkadaşlarıyla yaşadığı sorunları anlatır 'Bizi Keserlerdi' öyküsü. Muhafazakâr bir ortamda Aleviliğini gizleyen bir ailenin yaşadığı travmatik durum gerçek bir kesit olarak çıkar karşımıza. Alevi olduğunu öğrenen arkadaşlarının oyuna almama halleriyle başlar ötekileştirme. Öteye gidin, ötede oynayın denilerek çocuklara yaşatılan sert bir psiko-sosyal baskıdır. Bu durum, çocukluk ve ilk gençlik dönemlerine topyekûn atılan bir çentiktir. Bu çirkinlik, Tanrı’nın hediyesi değildir. Biz insanların suçudur.
"Birden ağlamayı kestim ve babama dönüp, 'Sen bize yalan söyledin,' dedim. Kamyonun hırıltısından başka bir şey duyulmuyordu sözümün ardındaki sessizlikte. 'Ne yalanı evladım?' dedi babam sessizliğin ağırlığına dayanamayıp. 'Kesmediler ki, hani Alevi olduğumuzu bilseler keserlerdi bizi?' diye sordum. Kamyon şoförü gülümsedi, babam da…" s.42

'Buzdolabı' öyküsü hayatın acılarına duyarsız kalmayan Cem Kertiş’in toplumcu-gerçekçi öykülerinden birisidir. Ama, güçlü dili ve üslubuyla alışılageldiğimiz toplumcu gerçekçi dilin ve kurgunun çok ötesindedir.
"Ayağa kalktım karmakarışık… Berber, 'Ne oldu abi,' dedi ve geri çekildi.'Duymadınız mı? Kadıncağıza dolap lazımmış,' dedim, bir kadına bir onlara bakarak. 'Ne kadını ne dolabı abi?' dedi hacının başındaki. Önlüğü sıyırdım, yürüdüm kapıya. Bebeği kucakladım önce. Bebek, bebek kokmuyordu. Ölüm kokuyordu." s.82
Kardan dolayı kapanan köy yolunun, o köyden hastaneye yetişemeden ölen evladını çuvalla taşıyan babanın görüntüsü gitmedi gözümün önünden. Donup kalan yanlarımızdan utandığımız gerçek bir yaşam öyküsüydü. Hatırlayanlarınız olmuştur muhakkak.

Felsefeci, yazar Cem Kertiş’in 'Kaybolanın Hikâyesi’ndeki öyküleri bir izin peşindedir. İzini sürelim.