Parti-devlet özdeşleşmesinin sonucu, partinin ideolojisinin devletin ideolojisi olmasıdır. Türkiye’de tek parti dönemi dışında hiçbir zaman böyle bir özdeşleşme yaşanmadı. Ta ki yakın döneme kadar. 30 Ağustos Saray resepsiyonu sonrasında birçok yorum yapıldı. Kimi Akar ve Erdoğan’ın eşleriyle birlikte yan yana oturup dua ettiği kareden “güçlü devlet” ve “zirvede uyum” çıkardı kimileri ise herkesin birbirini rehin aldığı bir pat durumu. Halbuki o fotoğraf karesi son dönemde sıkça tekrarlanan mizansenin bir parçasıydı. Kişisel ikbale dayalı zorunlu birliktelik, ancak İslamcı ve militarist bir çatı altında mümkün oluyordu. Rehin alınmak istenen bir şey varsa o da laik cumhuriyetti. Cenaze marşı yerine Itri’nin Tekbir’i ile uğurlanan askerler, Anıtkabir’deki dua, komuta kademesinin ön saflarda namaza durması ve daha niceleri yalnızca törensel değişimi değil aynı zamanda rejim değişikliği projesinin bir ayağıydı. İslamcılık resmi ideolojiye rengini veren en önemli unsur haline geldi.

Saray, 15 Temmuz “kutlamalarından” Malazgirt’e oradan 30 Ağustos’a sürekli olarak ne denli “güçlü” olduğunu göstermek amacında. Ancak tarihten biliyoruz ki, bu denli güç gösterisine ihtiyaç duyan bir iktidar aslında diken üstünde oturmaktadır. Bu tespiti sadece AKP Genel Başkanı ile sınırlamak da mümkün değil. Örneğin Davutoğlu’nun “Konya çıkışı” ardından soluğu 30 Ağustos resepsiyonunda alması, yeni görevler beklentisinden çok kendini koruma refleksine dayanıyor. Bu anlamda Çiller çifti ile Davutoğlu arasında çok büyük fark yok. Hazır Erdoğan 2019 öncesi parti içi barış mesajları göndermişken bu fırsatı değerlendirmek isteyen çok olacak. Ancak “barış mesajı”, teşkilatlarda sayısı azalmış Davutoğlu ekibini tasfiyeden kurtaramayacak gibi. Davutoğlu’na yakın yazarlar bu nedenle temkinli muhalefetlerini gizlice sürdürüyorlar.

Akşener, parti kuruluş tarihini açıklayınca MHP’de, eski merkez siyasette ve iktidar kanadında kıpırdanmalar arttı. Küskünler yeni adres arıyor, yeni isimler ısınma turlarında. Bahçeli, epeydir teşkilatlarına hakim değil. MHP’de 16 Nisan öncesi başlayan istifalar son günlerde yeniden canlandı, şimdilik bekleyenler parti resmen kurulunca Akşener’in yanında saf tutabilirler. Belli ki bu BBP tipi bir kopma değil; çapı çok daha geniş. MHP’nin sonu gelir mi bilinmez ama Türkeş’in son döneminde başlayan ve Bahçeli’nin kısmen sürdürdüğü “merkeze yürüyüş” iddiası Akşener ile gerçekleşecek gibi.

Fakat gidilecek bir “merkez” var mı? Bugünlerde bu soru en çok AKP’li ve CHP’li isimler tarafından soruluyor. CHP yönetiminin Akşener gibi kitlelerin “kucaklayıcı” bir merkez parti beklediğini varsaydığını Adalet Kurultayı’na baktığımızda iyiden iyiye anlamış durumdayız. Böyle bir beklenti gerçek mi, toplumsal tabanı nedir, hangi taleplere bakarak bu sonuca varılıyor gibi sorular ise yanıtsız. AKP’liler ise uzun süre Menderes- Özal hattının siyasi temsilcisi olarak kendilerini tanımladıklarından merkez sağda konumlanmaktan iftihar ediyorlardı. Ancak daha önce defalarca yazdığım gibi AKP o “merkezi” yok etti. Şimdi o merkezi yeniden inşa etmek bir hayal!

Cemil Ertem’in Akşener’i işaret ederek “bunlar merkez sağ gibi tanımlarla Türkiye gibi bir ülkede iktidar olacaklarını sanıyorlar” demesi boşuna değil. Ertem, merkez sağın neoliberal ekonomi politikası çökmüştür diyerek bu durumu açıklasa da asıl sebep başka. Zira AKP, hiçbir merkez sağ partinin yapamayacağı vahşilikte neoliberal politikalar uyguladı. AKP Türkiyesi’nde ideolojik politik hatta bildiğimiz merkez siyaseti taşıyacak iddiaları savunan bir orta sınıf kalmadı. Devlet kapitalizmine ve rant ekonomisine bel bağlayanlar ile dizginsiz lümpenleşme, kültürel çoraklaşma aynı madalyonun iki yüzü haline geldi. Merkez sol ve sağı ayakta tutan kurumsallık hedefi, temel haklar meselesi tümden rafa kalktı.

En büyük siyasi hata, yüzde ellilik Hayır toplamını merkez siyaset ve “normalleşme” arayışlarına mahkûm etmek olur. İçişleri Bakanı olduğu dönemdeki faili meçhulleri savunan, “devletin bekası” söylemini dilinden düşürmeyen, AKP’nin kuruluş günlerine öykünen Akşener’in AKP karşıtı kitlenin seçeneği haline gelme ihtimali dahi vahimdir. CHP’nin İslamcı söylemin hegemonyası karşısında savunma pozisyonuna çekilmesi ise bundan daha da vahimdir. Tıpkı CHP’li gençlerin barış ve laiklik konusundaki ısrarını partinin ajandasında görememek gibi. O gençler, sosyalist sol ile birlikte Hayır’ın ileri ucunun bir parçasıdır. Bu politik dinamizme sırtını dönerek yapılan her siyaset ayaklara dolanır. Türkiye’deki seküler kesimlerin birlikte direnebilecek bir siyasi öznenin büyümesine ihtiyacı vardır. Okulu zorla imam hatipleştirilen ailelerin, sürgüne gönderilen öğretmenlerin, şortu nedeniyle hakarete maruz kalan genç kadının, borçlandırılanların, işsiz bırakılanların yüzünü çevirdiği bir Haziran’ı büyütmek bunun için hayatidir.