İşi şarkıya türküye vurduk. Geçen haftaki başlığım devrimci bir türküden alınmaydı, bu haftaki de gençliğimizde Ruhi Su’dan dinlediğimiz ve şimdilerde de meşhur olan bir...

İşi şarkıya türküye vurduk. Geçen haftaki başlığım devrimci bir türküden alınmaydı, bu haftaki de gençliğimizde Ruhi Su’dan dinlediğimiz ve şimdilerde de meşhur olan bir Bektaşi nefesinin adı…  “Zahid”, dinin yasak ettiği şeylerden sakınıp buyurduklarını yerine getiren kimseye deniyor. “Tan eylemek” de, yermek, sövmek anlamında…

Hani bir keresinde bazen cisimler ile bunlara verilen isimler hiç de isabetli olmuyor; adamın ismi Yiğit’tir ama kendisi hakikatte tabansızdır, filan diye yazmıştım ya... Şimdi de karşımızda Zahid adında bir adam var. Zahid! Yani yetim hakkı yemeyen, yalan söylemeyen, dinin yasak ettiklerinden sakınan… Üstelik soyadı da Ak-man, ‘Superman’ versiyonu bir ‘Temiz-adam’! İşte bu Zahid ne yapıyor? Ortalık yere saçılan marifetlerinden yalanlarından söz eden herkese sövüyor, sayıyor. Zahid bizi tan eyliyor! (Zahiiid! Bizi tan eyleme, ‘halk’ ismin okur dilimiz!)

Ve bu Akman Zahid halen RTÜK denilen kurumun başına, kapkara bir baca kurumu misali yapışmış duruyor. İşte bu kurumun ekranlarda en sık gördüğümüz ve en ünlü faaliyeti “Gençlerin ve çocukların fiziksel, zihinsel ve ahlaki gelişimini zedeleyecek türden programlara” dur demek, bu tür yayınlar gördüğü zaman cezayı bastırmak… İyi de, RTÜK kendi patronu Zahid Akman ve onun patronu başbakan hakkındaki haberleri ne zaman yasaklayacak? Çünkü tam da bunların icraatları, gençlerin ve çocukların fiziksel, zihinsel ve ahlaki gelişimini zedelemiyor mu?

RTÜK bir vakitler Samanyolu TV’de yayınlanan “Sırlar Dünyası” programı hakkında, Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan, ‘ulema’dan fetva istemişti. RTÜK gibi Diyanet de başı sıkıştığında “Ulemaya soralım” diyen başbakana bağlı, yani şaşılacak bir şey yok. Nitekim bugünlerde Diyanet uleması ‘İslami devrimci’ icraatını büyük bir şevkle sürdürüyor. Şöyle ki:

 

TEKKE VE ZAVİYELER GERİ DÖNÜYOR!

Bilirsiniz, “Atatürk Devrimleri”nden biri “tekke ve zaviyelerin kapatılması” idi. İki gün önce sanki buna nazire gibi verilen bir haber ise “Diyanet’ten devrim gibi yenilik” başlığını taşıyordu. Çünkü bu habere göre, iki yıl sonra, tekkeler ve zaviyeler Diyanet yani devlet eliyle ve resmen yeniden sahneye çıkarılacak!

“Hoppalaaa! Bu da nereden çıktı” demeyin ve sıkı durun: Diyanet İşleri Başkanlığı, 2010 yılında 200 camide kütüphane, çay ocağı, derslik ve çok amaçlı salon açacakmış. (Dikkat buyurun, bunlar ‘çok amaçlı’ olacakmış!) Uygun olan camilerde bilgisayar gibi teknolojilerden yararlanılmasını sağlayacakmış. Yani camilerde cemaatin namaz dışında da vakit geçirebileceği ortamlar oluşturulacakmış. Sosyal aktivitelerin artması amacıyla sosyal ve kültürel içerikli programlar düzenlenecekmiş. Camiler sosyal ve kültürel mekânlar haline getirilecekmiş. Pilot uygulama olarak her ilde ve metropol ilçelerde 10, nüfusu 20 binden fazla ilçelerde 5, diğer ilçelerde ise 2’şer camide kütüphane veya kitaplık yapılacakmış.

Şimdi nedir bunun anlamı? Tarikatçılar, şunlar bunlar artık kapı kapı dolaşmayacak. İbadetten sonra da camide kalacak cemaat, ‘işlenmek üzere’ ellerinin altında hazır tutulacak. Peki ama bunlar tekkeler ve zaviyelerin ‘postmodern’ versiyonları olmayacak mı? Yani tarikatların, cemaatlerin çok daha sıkı bir şekilde örgütlendiği, ‘muhafazakâr modernleşme’ diye övündükleri süreçte cemiyetin (sivil toplumun!) yerini bütünüyle cemaatler almayacak mı? Kısacası seküler toplum için ‘üç kulhü bir elham’ yetecek. Her cami de birer deniz feneri!

Hal böyleyken böyle... Bir yanda kendisini korna çalarak protesto eden yurttaşlara bile zılgıt çekebilen başbakanın sergilediği oryantal despotizm. Diğer yanda, mızrağı çuvala sığdıramayan, bu despotizm karşısında gak guk eden oryantal liberalizm. İkisi de iyi kıvırtıyor.

Son olarak şunu da söyleyeyim: Deniz Feneri Derneği tarafından Uşak’ta Dülgeroğlu otelde düzenlenen iftar yemeğinde konuşan AKP Uşak Milletvekili Nuri Uslu “Alman Hans ne anlar benim Türk milletimin arasındaki yardımlaşmayı. Onlar benim milletimin dayanışma duygusunu ve kardeşliğini bilemez” dedi. Demedi mi? Vallahi dedi! Yok canım..  Kedidir kedi… Ciğer nerede? Kedi yedi. Bağışlar nerede? Kanal yedi!