Kutuplaşmanın bir parçası olmak istemeyen muhalefet, iktidarın kendiliğinden çökmesini bekliyor. Oysa kavga başlamış durumda. Muhalefetin tutumu ağır sonuçları olacak bir yenilgiyi de kaçınılmaz hale getiriyor.

Zaman daralıyor!

Geçen hafta yapılan AKP 7. Büyük Kongresi’nin (24 Mart) en net mesajı, AKP’nin İslamcı kimliğinin altının çizilmesi oldu. Bu sonuç, iktidarın nihai hedefi olan dinci-faşizan bir totaliter rejimin kuruluşunu tamamlama çabasıyla da uyumluydu. Artık, “muhafazakar demokratlık” dönemi geride kalmıştı. AKP lideri Tayyip Erdoğan’ın, kongrede yaptığı konuşmanın eksenini de söz konusu yaklaşım oluşturdu. Zaman daralıyordu; 2023 hedefine, yani yeniden kuruluşun ilan edileceği günlere kazasız belasız ulaşmak gerekiyordu.

Bu tablo; AKP’nin merkez sağda kurduğu hegemonyanın kırılmaya başladığını ve partinin geleneksel İslamcı tabanına doğru daralma sürecine girdiğini gösterdiği gibi, düşük yoğunluklu da olsa bir şeriat düzeni kurmak için hızlanan iktidarın artık merkez sağ kadrolarla yaptığı ittifaka da ihtiyaç duymadığı anlamına geliyordu. AKP, “inşa süreci” ya da “yeniden kuruluş” adını verdiği bu dönemde, daha önce liberal ağırlıklardan kurtulduğu gibi, merkez sağla da yollarını ayırıyordu.


Diğer taraftan siyaset alanı giderek sıkışıyor… Bu topraklarda yaklaşık 300 yıllık bir oylumu olan, dinamik ve güçlü geleneklere sahip cumhuriyetçi, toplumcu, aydınlanmacı muhalefet kesimleri, derin bir tedirginlik içinde bulunuyor. Bu kesimler, etkin bir önderlikten yoksun olsalar bile, içinde bulundukları tedirginlik duygusu ile harekete geçme güdüsü arasında salınıyor. Ülke her an her şeyin olabileceği bir döneme giriyor. Erdoğan-AKP iktidarı için zaman daralıyor. Daha önce de işaret ettiğim gibi, dinci-faşizan blokun hızlanmasının anlamını da bu durumda aramak gerekiyor.

İHTİYACIMIZ OLAN ŞEY CESARET

Kredi kartını “kötü niyetle kullanmanın” bile sınavlarına katılmanın önünde engel sayıldığı Harp Okulları ve Astsubay Meslek Yüksek Okullarına girişteki, “irticai faaliyetlerde bulunmamak” şartının kaldırılması; kadın-erkek eşitliğini pekiştirmeyi ve kadına yönelik şiddeti önlemeyi amaçlayan İstanbul Sözleşmesi’nden dini gerekçelerle çıkılması; HDP’nin kapatılması için resmen harekete geçilmesi; devlet kurumlarındaki dinselleştirmenin derinleştirilmesi; Erdoğan-AKP yönetiminin girdiği yolda artık her şeyi göze aldığını gösteriyor.

İslamcı iktidarın son haftalarda üst üste gelen bu hamleleri, artık “Dünya bize ne der” gibi kaygıların bir yana bırakıldığını da gösteriyor. Erdoğan’ın, kongre konuşmasında metin dışına çıkarak, Türkiye’nin 200 yıldır ilk kez “tarihi ve kültürüyle buluşma” fırsatını yakaladığını söylerken, 19. yüzyıldan itibaren girilen modernleşme sürecini tersine çevirme olanağının ellerine geçtiğini ilan etmiş oluyor.

Öte yandan, cumhuriyetçisiyle, sosyal demokratıyla, solun önemli bir kesimiyle muhalefet güçleri, bu tabloyu tam olarak okuyamıyor. Bu durum, siyasal krizi derinleştiren, toplumsal tedirginliği artıran ve tehlikeyi büyüten bir rol oynuyor. Dolayısıyla, ülkenin en önemli sorunlarından birinin, içinden geçilen tarihsel dönemeci doğru okuyamayan muhalefet güçlerinin programsızlığı ile cesaret ve önderlik iradesinin eksikliği olduğunu saptamak gerekiyor.

İÇ VE DIŞ DİNAMİKLER

Gel gelelim, Erdoğan’ın kongre konuşmasının dayandığı, daha önce Yalçın Akdoğan tarafından formüle edilen hipotez, aslında çökmüş durumda. Anımsatalım; AKP programının hazırlanmasında önemli bir rolü olan, “muhafazakar demokrasi” kavramını ortaya atan, Erdoğan’ın danışmanı ve “çözüm süreci” bakanı Doç. Dr. Yalçın Akdoğan, 2007 yılında ortaya çok çarpıcı bir tez atmıştı. Akdoğan, “Cumhuriyetin daha İslami bir rejim doğrultusunda dönüştürülmesi için 200 yıldır ilk kez iç ve dış dinamiklerin birbiriyle örtüştüğünü” belirtiyordu.

Tanzimat döneminde Batının, Hıristiyan toplum ksimleriyle ilgilendiğini ve onlara hamilik yaptığını belirten Akdoğan, “küreselleşme” çağında ise Batı’nın kendilerini (İslamcıları) desteklediğini söylüyordu. Bu durumun, içeride sahip oldukları toplumsal destek ve aşağıdan gelen siyasal talaple de örtüştüğünü ileri sürüyordu. Böylece, kendilerinin ABD’nin “ılımcı İslamcılık” projesinin bir ürünü olduğunu da “yetkin” bir şekilde ifade ve itiraf ediyordu. Kimi çekincelerle belirtirsek; bu saptama, ortaya atıldığı dönem itibarıyla ilk tahlilde doğruydu.

Ancak, tarih ne onların beklediği gibi ne de emperyalizmin bölgesel hesapları doğrultusunda akmadı. Son yıllarda dünyada ve bölgedeki gelişmeler, AKP’yi iktidara taşıyan iç ve dış dinamikler arasındaki örtüşmeyi ortadan kaldıran bir seyir izledi. Uyum bozuldu. Siyasal İslamcılık bütün dünyada ideolojik, kültürel ve ahlaki bakımdan yüz kızartıcı bir yenilgiye uğrayarak iflas etti. Tekbir getirerek insan boğazı kesenlerin, 21. yüzyılda insanlığa önerebilecekleri anlamlı bir gelecek yoktu.

BİR KIVILCIM YETER Mİ!

Ilımlı İslam projesinin radikal İslamcılık ile mücadelede bir çözüm olabileceğine ilişkin beklentinin fantastik bir hayal olduğu ortaya çıktı. Çünkü, Sünni İslam’ın hala davam eden bir ortaçağın içinden geçtiği anlaşılamadığı için, “ılımlı İslamcılık” girişiminin, radikal haraketler için uygun bir zemin oluşturduğu da görülememişti.

Emperyalizm ve kürüsel gericilik Suriye’de yenilgiye uğradı. İhvancı iktidar Tunus’ta çöktü ve dramatik şekilde Mısır’da devrildi. Her iki ülkede de İhvancı iktidarlara karşı büyük bir toplumsal tepkinin oluştuğunu saptamak gerekli. Sonuç olarak, AKP’nin de organik ilişkilerinin olduğu anlaşılan İhvan-ı Müslümin (Müslüman Kardeşler) hareketinin bölgesel ölçekteki “network’ü çöktü. Çok sayıda siyasal, toplumsal ve kültürel dinamik tarihin akışını başka türlü ve “ilerleme yasası”na uygun şekilde belirledi. Öyle ya, yeni emperyalizm çağında da olsak, kimse kral iradesi ya da imparator otoritesine sahip değildi.

Son iki haftaya sığan bütün bu adımlar, kaçanılmaz olarak muhalefet ile iktidar ilişkilerinin daha çatışmalı bir döneme gireceğini de gösteriyor. Ancak, sürekli yanlış yapılması, ekonomik krizin derinleşmesi, kamuoyu yoklamalarında AKP ve MHP tabanının daraldığının ortaya çıkması gibi nedenlerle muhalefet, iktidarın kendiliğinden çökmesini bekliyor. Kavgacı bir görüntü vermek ve kutuplaşmanın bir parçası olmak istemiyor. Oysa kavga başlamış durumda. Muhalefetin bu tutumu hak edilmemiş ve ağır sonuçları olacak bir yenilgiyi de kaçınılmaz hale getiriyor.

Peki bu durum aşılamaz mı? Aşılır! Bu iş bir atılacak doğru bir adıma, kuşatıcı bir çağırıya ve zamanın ruhuna uygun bir programa bakar. Toplumların ve tarihin doğası buna uygundur.

Sonuçta, AKP'ye kendi programı ve ideolojik hedefleri ile emperyalizmin bölgesel ve küresel siyasetleri arasındaki uyumun sağladığı iktidar olanağı siyasal ömrünü tamamladı. Erdoğan yönetiminin hırçınlığının da sertleşmesinin de nedeni budur. Bu topraklarda güzel bir söz vardır; korkunun ecele faydası yoktur. Bu söz, hem iktidar hem de muhalefet için geçerlidir.