Sattığı saatler analog zamanlardan kalma, oysa dijital zamanlarda yaşıyoruz. Ve tıpkı sattığı saatler gibi bedeni de alarm veriyor: “Zaman geçiyor, yaşlanıyorum!” İhtiyar analog zamanlarda yaşlandı, dijital zamanlarda yaşlanmıyoruz, hep ‘şimdi’nin içindeyiz çünkü

Zaman denizlere açılan sokaktır

Caddedeki apartmanın giriş merdivenlerine dizdiği alarmlı saatlerin yanı başında otururken görüyorum onu. İhtiyar adam zamanın akmadığı, saatlerin hep şimdiyi gösterdiği bir çağda zaman ölçerler satıyor. Sattığı saatler analog zamanlardan kalma, oysa dijital zamanlarda yaşıyoruz. Ve tıpkı sattığı saatler gibi bedeni de alarm veriyor: “Zaman geçiyor, yaşlanıyorum!” İhtiyar analog zamanlarda yaşlandı, dijital zamanlarda yaşlanmıyoruz, hep ‘şimdi’nin içindeyiz çünkü.

Dijital zamanlar, parlak yüzeylerin zamanı, karanlık odası, derinliği olmayan. Derinlik geçmiştir. Geçmişi olmayanlar,
şimdinin içinde asılı kalanlardır. Geçmişimiz vardı, belleklerimizi kazıdıklarında yitirdik. Geçmişi olmayanın geleceği de olmaz, çünkü gelecek geçmişten gelebilir ancak. İhtiyar adam yeryüzünden geçip giderken elinde tuttuğu analog alarmlı saati gösteriyor: “Zaman geçiyor, ben geçmişim, gelecek sizlersiniz, gelecek gençler”. Gençler geçmişten gelebilir ancak; geçmiş asla geçmiyor, geçmiş henüz gerçekleşmemiş ve gerçekleşmesiyle birlikte mevcut şimdiyi değiştirecek gizil kuvvetleri barındırıyor; tohumlar karanlıkta gelişiyor. Ama geçmişimizi, gençliğimizi kazıyorlar durmadan ve şimdinin içinde tutsak kalıyoruz. Şimdi iktidarın zamanıdır; kendi zamanının geçmesini ister mi hiç? Zamanı kendi mekânlarında donduruyor, belleği olmayan dijital yüzeylerde.

Ekranlarla avlıyorlar
Toplu taşıma araçlarındaki ekranlara takılıyor gözüm; sizin de takılmıştır. Yolculuğu bir karşılaşmalar alanı ve rastlantısal karşılaşmalarla aynı olanın içine gömülmüş farklı olanı açığa çıkarma süreci olarak yaşayabiliriz, oysa ekranlarla avlıyorlar bizi. Hepimiz dijital ekranlara takılıyoruz. Uzun zamandan beri ekranlarda perspektif çizimine dair bir video dönüyor. Ve gündelik yaşamın koşuşturması içinde gözü ekranlara takılanlara perspektif eğitimi veriliyor, tuhaf değil mi?

İktidarın bakışımızı eğitmesi hiç de tuhaf değil. Çünkü iktidar eğitilmiş ve evcilleştirilmiş bakışlarla meşrulaştırıyor kendini. Zamanını dijital yüzeylerde dondururken dijital ekranları da bir okula dönüştürmüş. Yoldayken eğitiliyoruz.

Yoldayken yoldan çıkabilir ve ara yollara sapabiliriz ama iktidar açısından hiç de hoş olmazdı bu. Ana yoldan sapmayalım diye, perspektifin çizgisel otoyolunda bakışımızı dosdoğru nasıl süreceğimizi öğretiyorlar. Perspektif, sığ olan iktidarı, derinlikli, üç boyutlu olarak algılamamızı sağlıyor.

Çizgisel perspektif bir yanılsamadır ve bu yanılsamayı hakikate ulaşma yöntemi olarak öğretmelerinde çıkarları olmalı. Çünkü iktidar derinliksiz, geçmişi olmayan, sadece şimdisi olan dijital yüzeylerde bir hakikat olabilir ancak. Perspektif, düz duvarda derinlik yanılsaması yaratan bir teknik. Antik Yunan’da perspektif tiyatro dekorlarında kullanılıyordu. Ve perspektif, yerlerine çivilenmiş seyirciler içindir, dünya seyirlik bir nesne. Yerimizden kalkabilseydik, düz duvarı fark edecektik ama oturduğumuz yerden derinlikli bir manzara görüyoruz. İktidar duvardır. Ve derinlik yanılsamasına aldananlar, ileriye doğru her hamle yaptıklarında kafalarını duvara çarpıyor. Bu ülke durmadan duvara çarpıp kafalarını kanatanlarla dolu, hâlâ akıllanmayanlarla.

İhtiyar bize zamanın geçtiğini gösteriyor ama biz dijital çağın derinliksiz ve geçmişsiz parlak yüzeylerinde iktidarı hakikat diye izliyoruz. İhtiyar şimdinin ve imgesinin çoktan geçtiğini ve seyrettiğimiz imgenin bir art imge olduğunu biliyor. Art imge (after image), uzun süre bir imgeye maruz kalanların, imge ortadan kalktığında onu görmeye devam etmeleridir.

Yerimizden kalkabilseydik imgenin bir yanılsama, duvarın ise gerçek olduğunu fark edebilirdik. Ve yürüyebilseydik, sokakları ve sokakların denizlere açıldığını keşfedebilirdik. Yürüyebilseydik, bastırılmış olan geçmişin gizil kuvvetlerini açığa çıkarabilir ve mevcut olanı değiştirebilirdik. Denizleri kucaklayabilirdik.