Günlük yaşamımızda günü önce 24 saate, sonra her saati 60 dakikaya, sonra da 1 dakikayı 60 saniyeye böleriz. Bu kavramların hepsi Dünya’nın Güneş etrafındaki dönmesine dayanıyor. Fakat bu dönüş hızı çok az da olsa yavaşlıyor

Zaman geçmek bilmiyor

Salgın nedeniyle evlerimize kapandığımız şu günlerde birçoğumuzun sarf ettiği bir yakınış: Zaman geçmek bilmiyor! Zaman kavramından bahsedelim bugün. Nedir? Nereden başlar, nereye gider? Nasıl ölçülür? Bazı insanlar niye her yere geç kalırlar? Birçok ilginç soru var bu konuda. Hadi işin en başından başlayalım. İçinde bulunduğumuz zaman ne zaman başladı?

Fizikçi olarak çalıştığım konulardan biri “erken evren kozmolojisi.” Evrenin ilk saniyeleri ve dakikalarına odaklanıyorum. Evrenin şu anda yaşı 13,8 milyar yıl. Peki, evren için yaş ve zaman ne demek? İnsanlar olarak takvime bakmadan yaşlandığımızı anlayabiliriz: saçımız uzar, derimiz değişir, belki görüşümüz azalır. Evren için ise yaşlanmak genişlemek ile eş anlamlı. Evrenimiz sürekli genişliyor. Bu genişlemeden dolayı evrenin içindeki yapılar birbirinden uzaklaşıyor. Bu uzaklaşmayı yıldızlara bakarak ölçebiliyoruz, çünkü bizden uzaklaşan yıldızlardan gelen ışık “kırmızıya kayıyor,” yani dalga boyu uzuyor.

Fizik yasalarımız bir zaman simetrisi gösterir: Fiziksel olarak zamanı geriye sarmak bir videoyu tersten izlemeye eşdeğerdir, hiçbir şey değişmez. (Fakat fiziksel evrende zaman hep ileriye gider, en azından gözlemlerimiz hep böyle.) Evrenimizi de bildiğimiz fiziksel teoriler ve modellere göre geriye saracak olsak, zaman sıfıra yaklaştıkça evren içindeki her şeyin, her enerji kaynağının birbirine yaklaştığını ve bir noktada toplandığını görürüz. Bu noktaya Büyük Patlama noktası denebilir. Bunun gerçekten olup olmadığını bilmiyoruz, sadece bir model. Yine de bize evren için bir başlangıç noktası verdiği için bilim dünyasında bolca kullanılır. Günlük kullandığımız takvimler İsa’nın doğumu, Hicret gibi önemli olaylara dayanırken kozmolojik takvimin başlaması da Büyük Patlama. Evrendeki her “zaman” Büyük Patlama’dan itibaren ölçülür. Peki, Büyük Patlama’dan önce zaman yok muydu? Bu biraz felsefeye giren ve fiziksel model ve teoriler ile henüz cevaplayamadığımız bir soru.

Einstein sayesinde bildiğimiz bir fizik kuralı enerjinin uzay zamanı etkilemesi. Bu etkileşmeden dolayı Büyük Patlama’dan itibaren genişleyen evrenin genişleme hızı içinde bulunan enerjinin değişmesi ile değişiyor. Peki, böyle bir ortamda saniyelerden ve yıllardan bahsederken neyi kastediyoruz? Günlük yaşamımızda günü önce 24 saate, sonra her saati 60 dakikaya, sonra da 1 dakikayı 60 saniyeye böleriz. Bu kavramların hepsi Dünya’nın Güneş etrafındaki dönmesine dayanıyor. Fakat bu dönüş hızı çok az da olsa yavaşlıyor. Saniyenin daha tutarlı bir tanımı ise Uluslararası Birimler Sistemi tarafından yapılıyor. Bu tanımda 1 saniye sezyum-133 atomundaki bir elektronun iki kuantum enerji seviyesi arasındaki geçişte ortaya çıkan ışık dalgasının frekansına göre tanımlanıyor. Atomların kuantum fiziksel özelliklerine bağlı olan bu saniye tanımı Dünya’nın dönüş hızı gibi değişen bir ölçü değil. Her yerde ve her zaman sabit.
Bu tarz ölçümlerde sabitlerden bahsetmek önemli ama bir yandan da tehlikeli. Görelilik Teorisi’nden biliyoruz ki ışık hızı hariç hiçbir ölçüm sabit değil. Mesela bize göre hızlı giden bir uçaktaki saat bizim kolumuzdaki saate göre daha yavaş işliyor. İnsan düşünmeden edemiyor: Acaba her yere geç kalan insanların saatleri bizimkinden yavaş mı çalışıyor? Bir fizikçi olarak zamanı ve zaman ölçümlerinin bilimsel yöntemlerini anlayabilsem de psikolojik olarak zaman kavramı hakkında herkes gibi ben de zorluk çekiyorum. Niye mart ayı sonsuz gibi gelirken nisan hemencecik geçiverdi? Bilen biri bana da anlatsın!