Gezi’nin üzerinden üç yıl geçti. Bugün geldiğimiz noktada, Gezi’ye ilişkin mücadele Gezi’yi gelecek olarak görmek isteyenlerle Gezi’yi geçmişe gömmek isteyenler arasındadır.

Gezi’yi isimlendirme/anlamlandırmanın iki tarafı da aynı soruyu yanıtlamaya çalışıyor; Gezi bir olay mıdır?

Paris Komünü, Fransız İhtilali, Rus Devrimi, Cumhuriyet’in kuruluşu birer olaydı. Onları olay yapan, her birinin kendilerinden önce hâkim olan toplumsal yapı ve ilişkilerde esaslı ve uzun soluklu değişimlere yol açmasıdır. Ancak şunu da biliyoruz ki, yaşanırken insana önemli gelen birçok olay adayı deneyim, zamanın testini geçemeyip, kalıcı etkiler yaratmadan unutulup gidiyor.

O zaman soru şu; Gezi bu ikili sınıflandırmadan hangisine girecek? Bu noktada altı çizilmesi gereken önemli bir mesele var; yukarıda sözünü ettiğimiz olayların daha sonrasında olay vasfını kazanması sadece gerçekleştiği zaman aralığında başardıklarıyla olmamıştır. Birçok olay adayı deneyimin daha sonra unutulup gitmesinin nedeni de aynı minvalde olay anında başardıklarıyla sınırlı kalmaları, sonrasında sahiplenilip geleceğe taşınmamalarıdır.

Eğer bir müdahaleyi olay yapan müdahale anı kadar, sonrasındaki seyri ve yarattığı etkilerse, o zaman Gezi için, en azından bugün, bir olay mıdır sorusunu sormak için henüz çok erkendir. Bu noktada sormamız ve yanıt aramamız gereken soru “Gezi gibi muhteşem bir başlangıcın bir olay olarak kayda geçmesi için ne yapmalıyız” olmalıdır.

Bugün anaakım medyada “Gezi önemliydi ama bitti” diyenler aslında tam da bu mücadelenin diğer tarafında kitlelerin gözünde Gezi’yi önemsizleştirip, unutulması gereken bir geçmişe dönüştürmeye çalışıyorlar. O zaman mücadelenin bu tarafındaki güçler tam tersini yapmak durumundalar.

Ancak o tersinin ne olduğunun iyi tanımlanması gerekir. Gezi’yi sahiplenmek ve ona sadakat ne içi doldurulmamış bir Gezi romantizmi ve nostaljisi, ne de Gezi’yi vitrine koyup, gerisinde eski alışkanlıklarını sürdüren dar kadro solculukla olabilir.

Şu bir gerçek; Gezi başkaldırısı doğmasına neden olan Topçu Kışlası kılığına girmiş alışveriş merkezi projesini durdurmayı başardı. Ancak başta İstanbul olmak üzere birçok yerde, devasa projeler bütün doğa ve insan maliyetleriyle uygulanmaya devam ediyor. Bu projeleri dayatan otoriter zihniyetin iktidarı da! Benzer biçimde yaşamımıza yapılan gerici müdahaleler de hız kesmeden sürüyor.

Lakin aynı türden başarısızlıklar çok daha büyük ölçekli ve geniş etkiler yaratan Paris Komünü için de geçerliydi; nihai olarak Komün Fransız devletini dönüştüremedi ve bastırıldı. Ama sınırlı bir zaman ve mekanda gerçekleşen Komün, sonrasında uzun bir tarihe geniş coğrafyaya yayılan bir biçimde, yeni bir dünyanın tahayyül ve gerçekleştirilmesinin esaslı bir kaynağı haline geldi. Çünkü bu deneyim başta Marx, Lenin, Troçki gibi isimler olmak üzere çok çeşitli kesim ve geleneklerce sahiplenildi. Bugün bile Komün anlamlı bir katılım arayışında olanlar için bir esin kaynağı olmaya devam ediyor.

Böylesi bir noktadan bakınca; Gezi’ye sadakat gösterip, geleceği Gezi ile düşünmek Gezi’de yaşananların bir daha tekrarlanıp tekrarlanmayacağı meselesine indirgenemez. Eğer bu önemli deneyim geleceğe taşınacaksa, Paris Komünü örneğinde olduğu gibi, ona gerçekten ve samimi biçimde sadakat gösterenler, Gezi’nin mekânlarında ortaya çıkan pratikleri, ritüelleri, kültürel edinimleri, yönetim pratiklerini, dayanışmacılığı, piyasa dışı paylaşımcılığı yeni deneyimlerine taşımak ve bu edinimlerin Gezi’nin mirası olduğunu bıkıp usanmadan ifade etmek zorunda.

Gezi’yi bir olay olarak değerlendirmek için erken olmasının nedeni tam da budur. Bu sorunun yanıtını geleceği nasıl kullanacağımız verecek. Sorumluluk büyük; Gezi’yi ya bir olay yapacağız, ya da unutturacağız.