Milan Kundera, “Yavaşlık ile anımsama, hız ile unutma arasında gizli bir ilişki vardır” der Yavaşlık romanında. “Varoluşun matematiğinde bu deneyim iki temel denklem biçimine girer...

Zaman manipülasyonu

> ESRA TANRIBİLİR @irritablerains

Kuzey Kore, geçtiğimiz günlerde bulunduğu zaman diliminde küçük bir değişikliğe gitti. Japon işgalinden kurtuluşunun yetmişinci yıldönümünde, ülke çapında yapılan kutlamalar eşliğinde zamanı yarım saat geriye çekti. Ülke olarak artık kendi özel zaman dilimleri yani “Pyongyang Zamanı” var. Zamanı maniple etme çabasının ne ilk ne de son örneği olacaklar. Onlara yeni zamanlarında bol şans diliyorum, umarım bu değişiklik dünyalarında da bir fark yaratmıştır.

Kuzey Kore lideri Kim Jong Un eğer Halit Ayarcı’dan haberdar olsaydı ülkenin zaman ayarlarıyla oynamakla kalmaz hemen bir tane de Saatleri Ayarlama Enstitüsü kurardı. Ahmet Hamdi Tanpınar gerçekten de zamansız ve mekânsız bir roman yazmış. Yıllar hızla akıp geçiyor ama insanlığın zamana olan takıntısı bir türlü geçmek bilmiyor.
Kuzey Kore’nin bu kararı tuhaf olmasına tuhaf ama örneği görülmemiş bir uygulama da değil! Hindistan, İran ve Venezüella gibi bazı ülkelerde 30 dakikalık zaman dilimi zaten kullanılıyordu, Nepal’de de 45 dakikalık... Üstelik zaman dilimini değiştirmek çok zor bir şey de değil. Dünyanın geri kalanıyla arası bozulanlar, basit bir kanun çıkarıp, ülkenin coğrafi konumuna daha uygun olduğunu söyleyerek farklı bir zaman dilimi seçebilir. Herkese her konuda posta koyan bizimkilerin şimdiye kadar bunu düşünmemiş olmaları ise enteresan.

Ortak Zaman
1800’lerde gemiler ve trenlerle uzun mesafelerin kısalması ve iletişimin önem kazanmasıyla zaman farklılıkları da göze batmaya başlamış. Uzunluk ve ağırlık ölçülerinin standartlaştırılmasında olduğu gibi ortak zaman dilimine geçişte de sermayenin etkisi yadsınamaz. Kuşkusuz vaktin nakit olduğu bu kapitalist dünyada ortak zaman kullanımı da kaçınılmazdı. Önce yerel ortak zamanların sonra da küresel ortak zamanların kullanılması zorunluluklardan doğmuş. Önceleri her ülke kendi özel zamanını takip ederken, 20. yüzyılın başında ortak bir sistem kullanılmaya başlanarak Greenwich Mean Time’a (GMT) geçilmiş. Okul bilgilerimize dönerek bir bakalım bu sistem nasılmış; zaman dilimi Londra-Greenwich’deki 0 derece boylamdan (Başlangıç Meridyeni) başlar ve doğuya doğru artarak, batıya doğru azalarak devam eder. Her boylam arası 4 dakika 15 derecelik her dilim de 1 saatliktir. Bu da ben bu yazıyı yazarken İstanbul’da saatin 22.00, Londra’da 20.00 ve değişiklik nedeniyle de Pyongyang’da 03.30 olması demek.
Kuzey Kore’nin yaptığının, uygulama olarak yaz ve kış saati değişikliklerinden pek farkı yok aslında, sadece akıllı telefonların bundan haberi olmuyor, o kadar. Zaman kanunla değiştirilince mecburen insanlar da yenisini benimsemiş gibi yapmak zorunda kalıyor, bir süre sonra da gerçekten benimsiyor. Bir iki gün vücut saati yeni duruma uyum sağlamak da biraz zorlanabilir sonra ona da alışılır. Tek sorun, tüm dünyada uygulanan bir sistemin dışında kalmak. Ancak izole bir yaşam sürüyorsanız, Kuzey Kore örneğinde olduğu gibi, hangi zaman diliminde olduğunuzun da bir önemi kalmıyor. Yıl hesaplanmasında da ülkenin kurucusu ve ilk başkanı olan Kim II Sung’un doğum tarihini baz alarak oluşturdukları farklı bir sistem kullandıklarından, zaten Koreliler bu duruma fazlasıyla alışık. Dünya 2015’deyken, onlar Juche 104’deler, daha ne olsun? Galiba ortak zaman dilimi ancak ortak zaman geçiriyorsan anlamlı bir uygulama.

Zamanı yavaşlatmak
Keşke herkesin zamanla istediği gibi oynama imkânı olsa; heyecanla beklediğimiz sevgiliye kavuşmak için ileri alabilsek mesela ya da kötülükleri engellemek için geriye... Benim tercihim hep beraber kanın içinde boğulduğumuz şu günlerde nefes alıp sağduyulu düşünebilmek için küçük bir mola vermek olurdu.
Zamanı durduramıyoruz kabul ama en azından biraz yavaşlatamaz mıyız? Eğer biraz olsun yavaşlatabilirsek belki de üzerinde meydana gelecek küçük kırılmalara da yol açabiliriz. Bu küçük kırılmaların da ne kadar çok şeyi değiştirebileceğini kimse tahmin edemez.

Milan Kundera, “Yavaşlık ile anımsama, hız ile unutma arasında gizli bir ilişki vardır,” der Yavaşlık romanında. “Varoluşun matematiğinde bu deneyim iki temel denklem biçimine girer: Yavaşlığın derecesi anının yoğunluğuyla doğru orantılıdır; hızın derecesi unutmanın yoğunluğuyla doğru orantılıdır.” Gerçekten de öyledir, o kadar çok unutmak istiyoruz ki hız rekorları kırıyoruz. Sanki hızına yetişebilmek mümkünmüş gibi nefes almadan zamanı kovalıyoruz.

“Hız iblisi”ne teslim olmadan biraz yavaşlamak lazım, biraz durup düşünmek... Kim olduğumuzu, nereden gelip nereye gittiğimizi hatırlamak... Belki böylece nasıl insan kalabileceğimizi de buluruz.