Christopher Nolan’ın Tenet’i ile Charlie Kaufmann’ın Her şeyi Bitirmeyi Düşünüyorum filmlerinin ortak noktası ikisinin de geçmişle ilgili olması. Ancak iki film de bildik zaman yolculuğundan çok daha çileli bir durumu anlatıyor. Her şeyi yeniden kurmak adına geçmişe gitmek daha acılı, daha korkunç; hatta beklenenin aksine her şeyin sonu olabilir mi?

Zamanın eli değdi bize

MURAT TIRPAN

Son günlerin iki ilgi çekici filmi Tenet ve Her şeyi Bitirmeyi Düşünüyorum’un (bundan böyle HBD olarak anacağım) ortak noktası aslında bambaşka filmler olmalarına rağmen iki hikâyenin de “geçmiş” kavramıyla meşgul olması. Daha da ilginci ise ikisinde de geçmişe/te yapılan yolculuğun oldukça “acılı” olarak tasvir edilmesi. Elbette iyi gitmeyen bir şeyleri değiştirmek istediğinizde ya da ‘her şeyi bitirmeyi düşündüğünüzde’ Christopher Nolan’ın ya da Charlie Kaufmann’ın filminde olduğu gibi işi geçmişte halletme fantezisine kapılabilirsiniz. Sonuçta elimizde bir zaman makinesi olsaydı, birçok kötü şeyi daha başlamadan bitirebilirdik değil mi? Ama burada, çoğunda Geleceğe Dönüş (Back to the Future) izi bulunan, zaman yolculuğu fantezilerimizden farklı bir durum var.

Tipik zaman yolculuğu filmlerinde; mesela bir klasik olan Geleceğe Dönüş gibi bir filmde zaman yolculuğu gayet kolaydır. En fazla yakıtınız biter ya da arabanızı kaybedersiniz. Geçmişi değiştirme çabaları da tüm sorunlara rağmen eğlencelidir. Terminator gibi bir hikâyede ise yine geçmişe gitmek kolay, değiştirmek mümkün ama meşakkatlidir. Kahramanlar film boyunca hızla geriye dönüp oradaki sorunlarla uğraşırlar. Oysa burada, Tenet’te ve HBD’de -farklı şekillerde de olsa- her şeyden önce yolculuğun kendisinin sorunsallaştırıldığını görüyoruz. Hem dramatik hem de görsel olarak yolculuğun ağırlığını ve tuhaflığını hissettiren işler bunlar. Geçmişi değiştirmek o kadar da kolay olmayabilir, çünkü geçmiş bize direnir ve korkutur. Diğer zaman yolculuğu filmlerinde olduğu gibi geçmişe gidip geçmişle birlikte ilerleyemezsiniz, siz buralısınız, Janus’un öte yana bakan yüzüsünüz.

TERS YAŞAMANIN ETKİSİ

Dolayısıyla bilindik zaman yolculuğundan çok daha çileli bir durumla karşılaşıyoruz burada. “Geçmişe dönmenin çilesi” diyelim buna. Tenet geçmişe gitmenin sıkıntılarından, bir dirençten, HBD ise bunu istemeden yapmaktan, buna alet olmaktan bahseder aslında. Turnikeden geçen bir kişi, ileriye doğru akan normal zamanda sanki geriye doğru yüzmeye çalışır. Burada temel bir zorlukla karşılaşırız, çünkü bu kişiler kolayca nefes alamaz, normal havayı soluyabilmelerinin tek yolu, kendi kanlarındaki oksijeni ciğerlerine geri döndürmektir. Tenet’teki oksijen maskelerinin nedeni budur. Bugünde yaşayıp ama geriye doğru ilerlemek konusunda inatçı olanların da bu nefessiz kalma halinin, iki zaman arasında yaşadıkları gerilimin de alegorisi bu. HBD’de ise kadın kahramanımız yine nefessiz kalır, ama başkasının geçmişinde ilerlemeye (ya da geriye kaçmaya) çalışmanın yoğun kasvetinden. Harikalar Diyarı’nın Kraliçesi olsa şöyle tasvir ederdi muhtemelen: “Ters yaşamanın etkisi bu. Başlangıçta herkes biraz şaşırır ve başları da döner.”

Bu şaşkınlığı ve gerilimi Tenet söze dökse de, bunun alası asıl HBD’de var. Çünkü Kaufmann’ın filminin zamanı, Nolan’ınki gibi lineer değil. Bakmayın siz kahramanlarından birinin ‘doğrusal düşünmeyi bırak’ dediğine, kafa karıştırıcı ileri-geri gidişlerle dolu bu filmde son tahlilde zaman yine de lineer akıyor. Karmaşık, ama fanların üşenmeden çıkardığı zaman çizelgelerinde görülebileceği gibi son tahlilde doğrusal. Oysa HBD’nin zamanında Last Year Marienbad’da filmini andıran bir şeyler var, onun biraz daha tekinsiz ve “türsel” hali.

HBD, asla olamadığı bir hali “anımsayan” bir adamın; filmdeki lafıyla “zamanı kafasında kuran” bir adamın sıklıkla dehşet verici olabilen yolculuğunun hikâyesidir. Jake’in bütün olamadıkları ve filmin sırrı, Tanpınar’ın “rüyası ömrümüzün çünkü nesneye siner”i misali, çöpe atılmış Brrr marka dondurma kutularında saklıdır. Dolayısıyla o geçmişin asla var olmadığı duygusu filmin her yerinden akarken, bütün bunları bitirmeye çalışan kadın karakterimizin de başkasının var olmayan geçmiş zamanında tutsak kaldığını söyleyebiliriz. Nolan’ınkinden daha zeki bir tür “Time Trap.

GEÇMİŞİ YENİDEN KURMAK

Tenet’ten anlıyoruz ki insanlık gelecekte distopik bir dünyaya evrilmiş durumda ve gelecektekiler (her kimseler artık) tarihi evrilme (Inversion) yoluyla değiştirirlerse bu felaketin gerçekleşmeyebileceği umudundalar. Tam da Terminatör’deki benzer bir hikâye değil mi? Orada da robotların yakıp yıktığı dünyadan kurtulabilmek için geçmişe gönderilen kahraman ve tarihin değiştirilmeye çalışıldığı bir hikâye anlatılıyordu. Günümüzde yapılacak mücadelenin zorluğu nedeniyle geçmişe gidip birkaç müdahale ile sorunu çözme kolaylığı! Aslında HBD’nin Jake’i de benzer bir durumda, ‘distopik’ şimdiki zamanından kurtulabilmek için fantezi bir geçmişte ilerliyor, yanına zoraki bir yolcu alarak üstelik. Kadın karakter için The Cell filminin zeminselliğinin zamansallığa dönüştüğü bir duruma benziyor bu. Zaman zemindir derseniz, buna da itiraz etmem elbette. Bahsettiğimiz iki filmde de temel amaç geçmişi yeniden kurmak. Bunun bir benzerini -ve gayet iyisini- Christoffer Boe zamanında yapmıştı aslında, Orpheus’a atıf yapan hikâyesiyle eşsiz Reconstruction’da. Hades’e inip Euridike’yi bulmanın anlamsızlığından bahseden antik hikâye “Asla geriye bakmayacaksın” demez mi zaten? Baktığında her şeyi mahveder aptal Orpheus sonuçta.

Bu iki hikâye de her şeyi yeniden kurmak adına geçmişe gitmenin hem acılı olduğundan -daha korkuncu- beklenenin tam aksine her şeyin sonu olabileceğinden dem vuruyor. Mesela Tenet felaketin gerçekleşmemesi umudu adına aslında tüm tarihi yok edebilecek bir silahtan bahsediyor. Tenet Örgütü filmde bunu durdurmaya çalışan bir organizasyon aslında. Eğer herkes ve her şey turnikeden geçip evrilebilirse, yani hep birlikte geçmişe doğru gidersek bu nükleer bir silahtan daha tehlikeli olacaktır. Tüm ters çevrilmiş nesneler ve tabi insanlar kendilerinin ileriye giden versiyonlarıyla etkileşime girmediklerinde, filmin hikâyesindeki gibi sorun yoktur. Ancak filmde belirtildiği gibi “algoritma” tüm dünyanın entropisini tersine çevirebilir. Böylece büyük bir büyükbaba paradoksu” ile karşılaşırız. Yani hiçbir şeyin var olmayacağı bir durum. Tıpkı Jake’in yeniden kurmaya çalıştığı geçmişin onun sonu olması gibi.

Nolan’ın filmi böyle önemli bir konunun altını çizdiği için gayet ilginç, ‘geçmişe evrilmenin’ zorluğu ve her şeyin geçmişe evriltilmeye çalışıldığı bir noktada ortaya çıkan gerilimin bizi tamamen mahvedebileceği fikrinin. Bu alegori size tanıdık gelmiyor mu? Tabii yönetmen klasik tavrıyla bitiriyor filmi, belirsizlikle. Inception’ın sonundaki belirsizliği hatırlayın, bu filmin sonunda da buna benzer bir şey var. Ama neyse ki net bir sav da mevcut; her nesil turnikeyi çalıştırmak yerine kendi yolunu bulmak zorunda. HBD tarafında daha tanıdık (ve korkutucu) olansa şu, birilerinin kurduğu sahte bir geçmişe yolculuk etmek zorunda kalıp orada mahsur kalmanın verdiği ruh hali. Bir sahte tarihin şahidi olmak zorunda kalmanın çaresizliği…

Özellikle totaliter toplumlarda yaşayan insanların iyi bildiği bir duygu bu. Sonuçta Tenet’in savı haklı. Kendi yolumuzu bulmamız ve turnikeyi kitlememiz gerekiyor. Öte yandan elbette HBD’deki çok isimli ama isimsiz kadın gibi yapmaya çalışıp, bize yazılan sahte tarihlerden kurtulup her şeyi bitirmemiz de gerekiyor.