Çok sık kullanıyoruz da, bu iki sözcük ne anlatıyor? Kısaca boyun eğmeyi. Şöyle denilir sık sık: “Zamanın ruhuna uy”, “zamanın ruhu bunu gerektiriyor”, “siyasetçiler zamanın ruhuna uymadıkları için hüsrana uğradılar.”

Zamanın ruhuna uymak, devrimci bir tutum değildir.
Zamanın ruhu isyan edilmesi gereken bir dayatmadır.

***

Edward Hallett Carr ünlü “Yirmi Yıl Krizi” adlı eserinde “ütopya” ile “gerçeklik” karşılaştırması yapar; ütopyacıların, gerçekliği radikal bir şekilde reddetmeyi, iradi eylemle gerçekliğin yerine ütopyayı geçirmeyi” hedeflediğini söyler. Gerçekçi ise “değiştirme gücüne sahip olmadığı önceden belirenmiş bir gelişimi analiz eder ve izler.” Carr, ütopya-gerçeklik çelişkisinin teori ile pratiğin birliği ile çözülebileceği kanısındadır. (Bilgi Üniversitesi Yayınları. sf.62-70)

***

Sosyalizm dostu ünlü tarihçi değerlendirmesini Hegel’in “Hukuk felsefesinin Prensipleri” adlı eserinden, “felsefe dünyayı değiştirmek için hep çok geç kalır. Felsefeyle eski düzen yenilenmez sadece bilinebilir” sözleriyle tamamlar. Kuşkusuz biz buradan hızla Marx’ın 11. Tezine geçebiliriz: “Filozoflar dünyayı yalnızca değişik biçimlerde yorumladılar, oysa sorun onu değiştirmektir.”

***

Marx hayatı eylemle geçmiş bir ütopyacıdır. Onu izleyenler de öyleydiler. Örneğin Lenin hiç bir zaman peşini bırakmadığı ütopyasını zamanın ruhuna teslim etmediği için gerçekliğe dönüştürebildi. Öyle anlaşılıyor ki, gerçekliği değiştirmenin onu değiştirebilecek bir ütopyaya sahip olmaktan başka yolu yoktur.

***

Siyaset varolan, varolmaya çabalayan, güçten düşen, güçlenen odaklar dikkate alınmadan yapılamaz. Bu odakların her birinin kendine göre bir ütopyası olduğunu, her birinin varolan gerçeklikle kapıştığını da dikkate almak gerekecektir. Örneğin Radikal sağın bizim için bir distopya olan ütopyası, demokratik cumhuriyet yerine bir “şeriat devleti” kurmak, Türkiye’yi bir “İslam ülkesine” dönüştürmektir.

***

Sosyal demokratların ütopyasının pek gözalıcı renkler taşımadığı söylenebilir. Kadim devlet ile Batıcılığı, akılla tanımlanması gereken laiklik yerine devlet-din ayrımından öteye gitmeyen laikliği, şeriatçılığı yenebilmek için İslamcı partilerle işbirliği tezini savunurken, o kanadın dilini halkla ilişki kurabilmek gerekçesiyle benimseme yolunu tuttu. Dilin ideolojik bir anlamı olabileceğini unutan, “sosyal demokrasi”, hızla merkez partisine dönüştü.

***

Ütopyası olan bir siyaset olarak Kürt siyasi hareketinin ağır baskı altında olması, dağınıklığın da etkisiyle solla ilişkilerdeki karışıklık, SD ile ortak tutum almakta daha çok SD’den kaynaklanan zorluklar da tabloyu ağırlaştırıyor.

***

Tabloyu değiştirmek, devrimci bir dönüşümü gerçekleştirmek istiyorsak, gözümüzü bu kanatların dışındaki güçlere çevirmek, devrimci bir ütopyası olan solun durumunu gözden geçirmek zorundayız. Ütopyası olanlar; örgütlü ama bölünmüş sosyalistlerden, geçmişte fraksiyonlara katılmadıkları için adeta kınanan “çizgisi belli olmayan sosyalistler- ÇBS” olarak adlandırılmış aydınlardan -ki sayılarının örgütlü olanlardan daha çok olduğu söylenebilir- oluşuyor.

***

Ne yazık ki sosyalistler siyaseti belirleyebilecek ideolojik donanıma, adım atabilmek için gerekli kitle desteğine sahip olmalarına karşın birlikte davranmayı beceremedikleri için, -sorumlu aramaya da gerek yok- siyasetin dışına düşmüş durumdadırlar.

Ama işte tam da bu nedenle “sosyal demokrasinin” kuyruğuna takılmak gibi bir “kaderden” kurtulamıyor sol.

Yalnız kader değil uzun sürmüş bir kederdir bu aynı zamanda...