Tayfun Talipoğlu, duble yolların değil gönülden gönüle giden yolların mimarıydı.

Zamansız gidişler

Canan Kaftancıoğlu

Ümit Kaftancıoğlu’ndan söz etmiştik bir buluşmamızda. “Gittiğim yerlerde ona dair anılar dinliyorum. Sivas’ta yaşlı bir amca, Ümit’in yaşlı kadınlarla nasıl keyifli söyleştiğini onlara türküler söyletip kayda aldığını anlatmıştı. Ben de hemşehrimin izinden gidiyorum. O elinde kayıt cihazı tüm Anadolu’yu geziyordu. Ben ise mikrofon ve kamera ile bıraktığı yerden devam ediyorum.” demişti Tayfun Talipoğlu. Kaftancıoğlu’nun izinden giderken yanına da erken gidenlerden oldu. Hepimizin bam telini titreterek.

Güzel insanlar gidiyor, geride kalanlara ise şairin dediği gibi şiirler, yazılar yazmak kalıyor. Gidenlerin ardından yazıyoruz ama yazılan her cümlenin eksik kaldığını bilerek... Kimi insanları anlatmak daha zordur. Ne kadar uğraşırsanız uğraşın daima eksik kalmaya mahkumdur yazı. Kelimelere, cümlelere hapsedilemez çünkü onlar. O kısacık yaşamlarına öyle şeyler sığdırmışlardır ki ne anlatmakla ne de yazmakla biter. Tayfun Talipoğlu da o insanlardan biriydi. Yaşamı boyunca bir kerecik olsun onunla karşılaşmış olanlar ne demek istediğimi daha iyi anlayacak ve hak vereceklerdir.

“Nasıl bir memlekette yaşıyoruz?” sorusu beynimi daha sık tırmalıyor bu günlerde. Birkaç ay önce yine kalp krizinden kaybettiğimiz yoldaşımız öğretmen Mustafa Turgut’un ölümünde aynı şeyi düşünmüştüm. Şimdi de Tayfun Talipoğlu. Görünen o ki yüreklerimiz dayanmıyor bunca acıya. Yaşadığımız coğrafyanın hatta evrenin derdini kendine dert edenlerin yürekleri dayanmıyor. Bunca derde, üzüntüye yürek mi dayanır? Dayanmıyor işte!

Bu memlekette hatta dünyada yaşayan her canlının acısı, üzüntüsü onların acısıydı. Kısacık buluşmalarda kendi derdinden, tasasından söz ettiğini hiç duymadım. O kadar dert vardı ki memlekette kendininki dert bile sayılmazdı ona göre. O dertler, kimilerinin kulak arkası ettiği o dertler, bir türlü derman bulunamayan memleketin dertleri Tayfun’un yüreciğine çörekleniyordu günden güne.

O kadar işsizin olduğu, siyasi görüşleri nedeniyle insanların katledildiği memlekette yine siyasi görüşünden dolayı kaymakam yapılmamasını dert eder miydi Tayfun? Haksızlıklardan o da herkes kadar nasibini alacaktı. Aldı da nitekim. Yaşamını idame ettirmek için işler yaptı kendince. Kendi ifadesiyle asla sızlanmadan ve en iyisini yapmaya çalışarak.

Muhabirlikle başladı gazetecilik mesleğine. ‘95 yılında yapımcılığını ve sunuculuğunu üstlendiği Bam Teli programıyla tanıdı insanlar onu. Anadolu’nun kuş uçmaz kervan geçmez yerlerine giderek acı, tatlı yaşanmışlıları aktardı hepimize. Anadolu insanının gerçeklerini aktaran bir köprü oldu yıllarca. Öyle kurguyla falan değil son derece yalın, son derece sahici ve son derece gerçek. Programlarında kimi zaman gülümsetti kimi zaman ise tokat gibi yüzümüze çarptı gerçeğin yalın hali. Memleket gibiydi anlattıkları, kendi gibiydi hatta. Yalın, sahici ve samimi. Gidişiyle, tanıyan tanımayan herkesin bam telini titretmiş olması da bundan dolayıdır.

Yaklaşık 15 yıl önce Kırşehir’in bir köyünde üç çocukla sohbeti geliyor gözümün önüne. Çömelmiş bir şekilde çocuklarla aynı göz hizasında konuşuyorlar karşılıklı. Sanki köye gelen bir yabancıyla değil evden biriyle konuşuyorlar. O derece rahat ve o derece mutlu. Ses tonundan mıdır, çocuklara hissettirdiği yakınlıktan mıdır bilinmez birazdan “Haydi Tayfun abi top oynamaya gidelim” diyecekler neredeyse. Çekim sonrası oynamadıkları ne malum? Tanıdığımız Tayfun oynamıştır mutlaka. Çünkü onun için hayat sadece kamera önlerinden ibaret değildi.

Gezi Direnişi sırasında attığı bir twit nedeniyle ifadeye çağrılmıştı. “işin içinde çocuk varsa ben deliriyorum çünkü. Çocukların zarar gördüğü bir ülkede o travmayı çocuklara atlattıramazsınız. Kişilere değil olaya dönüktü söylediklerim” demişti. Her zamanki kalenderliğiyle, olaya ilişkin yorumu için bütün hayat kadınlarından özür diliyorum diyerek twitini çarpıtmak suretiyle kendisini hedef gösterenleri bir kez daha boşa çıkarmıştı.

Tayfun Talipoğlu’na saldırılacaktı elbette. Çünkü o birileri gibi iktidarın nimetlerinden faydalanmak yerine, zalimin karşısında mazlumun yanında olmayı seçenlerdendi. Sarayın sofrası yerine, halkın sofrasına diz kıranlardandı. Duble yolların değil gönülden gönüle giden yolların mimarıydı.

Son genel seçimlerde CHP’den milletvekili adayı olmuştu.. Adının önündeki kimi ünvanlara güvenip kontenjandan ilk sıralara yerleşmek isteyenlere ders verircesine Aydın da ön seçim yapılırsa aday olacağım demişti. Öyle de oldu. Her zamanki hak, hukuk, insanlık bilirliğiyle. Seçim dönemi çalışmaları, gayreti, mütevazılığı Aydın’da dillerde hala.

Başta belirttiğim gibi ne yazarsam yazayım eksik bir yazı olacak. Hangi birinden söz edeyim? Çıkarmak istediği yeni kitabından tutun, ölümünden sonra haberdar olduğum HAYIR şarkısından mı?

“Yürütmenin önünde yürütenler olur mu? Yargının önünde ön yargı olur mu? Memleket elden giderken tutturdular başkanlık. Ne kaldı ki satacak bitti arpalık. Başkanlığa hayır!”diye seslenmiş o hepimize iyi gelen sesi ve cesaretiyle.

Öyleyse bizlere düşen o sesi büyütmek, yüreciğinin dayanmadığı dertlerden tüm dünyayı arındırmak için mücadele etmek. O beyaz atlara binip zamansız gidenlere sözümüz olsun.