Bayram tatili için İstanbul’dan bedenen uzaklaşanlar zihnen İstanbul’a uzak kalamadılar. Nereye gitseler, kiminle sohbet etseler hep seçim ne olacak sorusuyla karşılaştılar. Ne de olsa Artvin’den Edirne’ye, Diyarbakır’dan İzmir’e herkes 23 Haziran’a kilitlenmiş durumda. Ortaya çıkan neticenin tüm memleketi derinden etkileyeceğinin farkındalar. Strateji değiştirelim diyen iktidar ne yapacağını tam olarak bilemediğinden Binali Yıldırım’ı gerçekte olmadığı bir […]

Bayram tatili için İstanbul’dan bedenen uzaklaşanlar zihnen İstanbul’a uzak kalamadılar. Nereye gitseler, kiminle sohbet etseler hep seçim ne olacak sorusuyla karşılaştılar. Ne de olsa Artvin’den Edirne’ye, Diyarbakır’dan İzmir’e herkes 23 Haziran’a kilitlenmiş durumda. Ortaya çıkan neticenin tüm memleketi derinden etkileyeceğinin farkındalar.

Strateji değiştirelim diyen iktidar ne yapacağını tam olarak bilemediğinden Binali Yıldırım’ı gerçekte olmadığı bir kimliğe dönüştürdü. Mizansen ile gerçek birbirine karıştı, 31 Mart öncesi Erdoğan’ın vesayetinde silik bir profil sergileyen Yıldırım şimdi de Saray’a yaranma derdindeki AKP’li yöneticilerin gölgesinde kalmamak için onlara benzedi. Hem de yanına gelip kadro isteyen işçiye “lafı zurna gibi uzatmayın” diyecek kadar…

Seçime iki hafta kala, başta Soylu olmak üzere iktidarın sözcüleri toplumdaki olumlu İmamoğlu imajını sarsmak için her türlü aracı sahaya sürmüş durumda. İdeolojinin, siyasi programların değil kişilerin ön planda olduğu bir yarışın handikabı bu. İktidar, 24 Haziran Cumhurbaşkanlığı seçiminde İnce’nin arkasında biriken kitlesel desteğin seçim gecesi yapılan yanlış yüzünden sönümlenmesinden kendine bazı dersler çıkarmış. Ayrıca “apolet” tartışmasında olduğu gibi fevri çıkışları muhalefetin aleyhine kullanabildiklerini de biliyorlar. O nedenle İmamoğlu’nun sinir uçlarıyla oynuyorlar, öfkelensin ve hata yapsın istiyorlar. Pontus ve “Demirtaş’ın kucağı” kışkırtması da Ordu havaalanındaki VIP tuzağı ve vali polemiği de bu amaca hizmet ediyor.

İmamoğlu insan değil mi, bel altı saldırılar karşısında elbette hiddetlenebilir diyebilirsiniz. Ancak 31 Mart öncesinde zillet-illet ithamları arasında, İmamoğlu’nun şahsında muhalefete kazandıran soğukkanlılığı koruyabilmekti. Erdoğan’ın “öfke bir hitabet sanatıdır” düsturu nasıl iktidar blokunda cisimleşen rövanşizmin, cumhuriyetle kavga etmenin bir işareti ise, Hayır kampanyasından bu yana barışçıl, güleryüzlü ama kararlı bir siyasi çizgiyi savunmak da muhalefetin ayırt edici özelliği. AKP-MHP cephesini endişeye sevk eden bu çizgiyi sürdürmek iktidarın hizmetindeki tetikçilere ve provokatörlere verilebilecek en uygun yanıt.

Halihazırda ne tokat yalanı ne de ikinci apolet girişimi tutmuş gibi. Her seferinde iktidar attığı çamura kendisi bulanıyor. Şimdi muhalefetin soğukkanlılığı kamera önünde test edilmek isteniyor. İmamoğlu ile Yıldırım’ın televizyonda karşı karşıya gelmesine iktidar kanadında Bahçeli yol vermişti. İki ismin kamera karşısında “İstanbul konuşmasının” 31 Mart öncesi bir anlamı olabilirdi ancak bugün için yok. Mazbatası elinden alınan bir belediye başkanı ile kampanyasında kendiden çok İçişleri Bakanının konuştuğu bir adaya “eşitlik” vaat etmek dahi, programın sunucusundan bağımsız, adalete aykırıdır.

AKP’liler “İmamoğlu küresel bir proje” gibi mantık dışı söylemlerle Binali Beye oy vermeyen MHP’lileri ikna edeceğini düşünüyorsa yanılıyor. Üstelik Yıldırım’ın icazetli “Kürdistan açılımı” da Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmaya sebebiyet verebilir. Kürtlere yönelik “sıcak” mesajların esas amacı ise HDP’li seçmenin oyunu almak falan değil. İktidar, Kürtler 31 Mart’ta sandığa hücum etmesin bize yeter diyor. Ancak son 4 yılın yarası öyle iki çift tatlı sözle silinecek kadar kabuk bağlamadı. İktidar ayrıca tutarsız manevralarla muhalefet cephesinin arasına kara kedi girsin istiyor, ulusalcı kimi kalem sahibinin hırçınlığından medet umuyor. Halbuki başka bir “çözüm süreci” yeniden başlatılacaksa bu sırf İstanbul seçimleri nedeniyle olmayacak, bunu Kürtler de ulusalcılar da gayet iyi biliyor.

AKP’liler zannediyor ki İmamoğlu’nu karalayınca saltanatları ilelebet sürecek. Görmek istemedikleri gerçek ise şu, mesele Demirtaş, İnce ya da İmamoğlu değil. Bu ülkede milyonlarca yurttaş iktidarın ülkeyi götürmek istediği yere itiraz ediyor. Direncini, öfkesini, umudunu dönemin şartlarında öne çıkan politik aktörler üzerinden dillendiriyor.

Geniş toplumsal kesimler arasındaki bu ortaklaşma “muhalefet” sözüyle tek başına tarif edilebilecek bir şey olmaktan artık çıkıyor. Meşhur “dip dalga” yerelden genele iktidar hedefi olan bir arayış içinde… Önemli olan bu arayışı laik, kamucu, ilerici bir omurgaya oturtabilmek.