19 Ocak’ta Hrant abimizin/yoldaşımızın katledilişinin ikinci yıldönümünde Agos’un önündeydim, 10 bin kişi kadar vardık, Rakel Dink’i ellerimizle değil, hıncımızla, sevgimizle...

19 Ocak’ta Hrant abimizin/yoldaşımızın katledilişinin ikinci yıldönümünde Agos’un önündeydim, 10 bin kişi kadar vardık, Rakel Dink’i ellerimizle değil, hıncımızla, sevgimizle, gözyaşlarımızla alkışladık. O alçak faşistler, Hrant’ı öldürdüklerini sansınlar, biz onun anısını bilinçlerimizde yaşatmaya devam ediyoruz, edeceğiz. Memlekete, anma sonrasında polisin attığı biber gazının da etkisiyle gözyaşlı bir veda oldu. Gitmekten bolca bahsettim, her dönüş de yeni bir başlangıç, bocalama, sıfırdan olmasa da... Geçen hafta yazmam gereken yazıyı bu koşuşturmada yetiştiremedim, kusura bakmayın.

İtalya’da Bu Hafta

İtalya’yı, ırkçı eğilimler barındıran Lega Nord’un (Kuzey Ligi’nin) yıllardır savunageldiği finansal otonomiyi de içeren federalizm yasasını tartışırken buldum. Türkiye basını tarafından ıskalansa da, BirGün olarak duyuralım, İtalya’da federalizm parlamentodan geçti, daha sonra ayrıntılı olarak bahsedeceğiz. Öte yandan geçen hafta başkentte 4 Romanyalı göçmenin İtalyan bir kadına tecavüzü, aynı ay yaşanan üçüncü tecavüz olayı, güvenlik ve göçmenlik tartışmalarını yeniden gündeme taşıdı. Bu acı olayın ardından Berlusconi, potlarına bir yenisini daha kattı ve artan tecavüz olaylarını “Na’palım İtalya’da kadınlarımız çok güzel!” bayağılığı ile espri malzemesine dönüştürdü, ardından gelen tepkileri ise “Ben kadınlarımıza iltifat ettim” diyerek geçiştirmeye çalıştı. Kadına şiddet, Türkiye’deki kadar yoğun olmasa da, gördüğünüz üzere Avrupa’da da sürüyor. Benim gözlemlediğim üçüncü önemli vaka ise İtalya solunda uzun zamandır süren tartışmaların bir evreye ulaşması ve yeni bir Sol özne kurma iddiasında olan Nichi Vendola ve arkadaşlarının Partito della Rifondazione Comunista’dan ayrılarak Rifondazione per la Sinistra’yı (Solun Yeniden İnşası/Oluşumu) kurmaları. Federalizm ve sol içi tartışmaları daha sonraki yazılara bırakıp şimdi size zarif ve güçlü bir diyardan bahsetmek istiyorum.

Gölü de mİ Yuttun Be İnsanlIk?

İtalya’da iki büyük dağ kümesi bulunuyor, bunlardan birisi kuzeyde hepimizin adını duyduğu Alpler, diğeri ise ülkeyi kuzeyde Cenova’dan başlayıp güneyde Calabria bölgesine kadar kesen, 1000 km uzunluğunda Apennine Dağları. Türkiye’de yediğim iki dost kazığının da etkisiyle kafayı dağıtma çalışması olarak ayağımın tozu ile Apennine Dağları’nın en yükseklerinin bulunduğu ve üçte ikisi dağlarla kaplı, İtalya’da tarih boyunca zarif ve güçlü olarak anılan Abruzzo bölgesine bir arkadaşımı ziyarete gittim.

Abruzzo, Roma’yı da içeren Lazio bölgesinin doğu komşusu. Eski zamanlarda Romalılar dağlarla kaplı bu bölgeye kolay kolay ulaşamadıkları için hep gizemli bulmuşlar ve gizemli yerleri anlatmak için “Abruzzo gibi” demeye başlamışlar. Adriyatik Denizi’nde 129 km’lik sınırı olan Abruzzo’nun, kıyı kesimini ve bölgenin en büyük şehri (bir İtalyan arkadaşımın İzmir’e benzettiği) Pescara’yı bu seferlik göremedim, dediğim gibi dağların, şatoların ve yok edilmiş bir gölün ortasındaydım.

Bir göl yok edilir mi? İnsanoğlu/kızı aklına koyarsa, gerekirse içer yine yok eder, bunu da öğrenmiş oldum. Roma İmparatorluğu sadece mimari ya da askeri alanda değil mühendislik alanında da çağının en gelişmiş toplumlarından biliyorsunuz, meraklıları için TÜBİTAK Yayınları’ndan bu konuyla ilgili çıkmış bir kitap olduğunu hatırlatayım (‘Eski Yunan ve Roma’da Mühendislik’, J.G Landels). İsa ile çağdaş olan İmparator Claudius hem verimli topraklar elde etmek, hem dağlardan gelen sularla ekili alanların zarar görmesini engellemek, hem de dışarıya akışın kesilmesi sonucu sivrisineklerin bolca üreyip, sıtma salgınlarına yol açmasından dolayı, orta İtalya’nın en büyük gölü olan (140 km2) Fucine Gölü’nün suyunun tünellerle taşınıp, yok edilmesini emrediyor. 30 bin işçinin 11 yıllık emeği sonucunda göl yok edilemese de 90 km2’ye düşürülüyor. 19’uncu yüzyıla kadar çeşitli denemeler olsa da göl tamamen yok edilemiyor. 1862’de İsveçli mühendis Franz Mayor de Montricher prens Alessandro Torlonia tarafından görevlendiriliyor ve 13 yıl süren çalışmalar sonucunda göl kanallar aracılığı ile boşaltılarak yok ediliyor ve İtalya’nın en verimli toprakları gün ışığına çıkıyor.

Abruzzo’nun yetiştirdiği en önemli edebiyatçılardan birisi olan (faşizm döneminde kitapları yasaklanan ve ülkeden kaçmak zorunda kalan, Komünist Parti kurucularından) Ignazio Silone bu verimli topraklardaki durumu şu şekilde anlatıyor:

“Burada önce Prens vardır, sonra onun danışmanları gelir, ardından ailesi, kız ve erkek kardeşleri, sonra adamları, sonra Prens’in köpekleri ve ardından diğer hayvanları, sonra hiçbir şey, ardından hiçbir şey ve yine ardından hiçbir şey gelir, bu değer sıralamasının en sonunda ise işçiler vardır.”

Tabii üretim araçlarının olduğu yerde sınıf savaşımı da oluyor, Marx bize gülümsüyor. 1950’li yıllarda topraksız işçiler komünistlerin önderliğinde örgütlenerek toprak işgallerine başlamışlar ve en sonunda her biri az da olsa kendisine bir toprak parçasını (eski) Prens’in ailesinden koparmayı başarmışlar. Haftaya kaldığımız yerden izlenimlerimize devam edelim.

 

Not: Bugün ÖDP Olağanüstü kongresini gerçekleştirecek. Türkiye’de yoksulluk ve yolsuzluklar altında inim inim inleyen, kapitalizm denilen canavar tarafından işsizliğe ve yokluklara mahkûm edilmiş halkımız açısından olumlu sonuçlar doğurmasını ve bize yakışır şekilde şiddetten uzak bir kongre gerçekleşmesini umuyorum