Belki gözden kaçmıştır. Kılıçdaroğlu’nun, Meclis’e türban yasası teklifi sunacaklarını açıkladığı videodaki masasında Ziya Gökalp’in “Türkçülüğün Esasları” kitabı ve bir de yeşil tespih bulunuyordu. Masa aksesuarıyla birlikte mesaj vermek de moda oldu nitekim.

Sanırım bu kadarı bile yeter ve sanırım bu konu epey tartışıldı, bir süre sonra gündemden de düşer. Ama Kılıçdaroğlu ile ne kadar yol alınacağı, onun hangi yolun yolcusu olduğu bir kez daha akıllara kazınır. Hemen ortaya çıkan hasar tespiti şaşırtıcı değil:

***

Birincisi “CHP’nin ve Millet İttifakı’nın niyeti restorasyondur/yenilemedir” diye itiraz edenler ne kadar iyimsermiş. Niyetleri restorasyon filan değil, konsolidasyon/pekiştirme!

İkincisi, kabul etmek lazım ki, Kılıçdaroğlu istikrarlı bir hat izliyor. 12 yıl önce Berlin’deyken “Laikliğin tehlikede olduğunu düşünmüyorum. Din alanında özgürlükleri daha da genişletmek gerekir” dememiş miydi? Ardından tabii ki Erdoğan el yükseltmiş ve derhal Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nde irticayı tehdit kapsamından çıkarmıştı. Şimdi yine el yükseltiyor ve “Kanun yetmez, Anayasa değişikliği” diyor.

Üçüncüsü, bu son hamleyi de (yine!) Saray rejiminden kurtulmak bakımından işe yaradığı ölçüde faydalı görenler olabiliyor. Önceki İslami çıkışları işe yaradı mı ki? Yoksa bu hamle Kılıçdaroğlu’nun zaten ideolojik ve politik tercihini, yani AKP’nin devamı olmayı düşündüğünü göstermiş olmasın? Üstelik bizzat kendisi “Oy için yapmıyorum” diyor. Yani kendisi de biliyor onlara şirin görününce oylarını alamadığını. Muhafazakârlar endişelilermiş ve işte o endişeleri gideriyormuş! Peki, tarikatların endişeleri ne olacak? Peki, eşlerini eve kapatan erkeklerin endişeleri ne olacak? Bu işin bir sonu var mı? Endişeli muhafazakârlar, “Erdoğan haklıymış. CHP bile onun dediğine geldi” demeye başladılar bile. Laiklik fiilen iptal edilmişken, insanların yaşam alanları daraltılmışken, milyonlar daha da koyu şeriat endişesi taşırken, türbanı yasal güvenceye alalım, öyle mi? Zamanlama da müthiş, tam da 4 Ekim 1926’da yürürlüğe giren Medeni Kanun’un kabul gününde ve İranlı kadınların direnişi sürerken, acaba mahsus mu yapıyor? Kanunlarını güvenceye almak için İran’daki ahlak polisleri benzeri teşkilat kurulsun diye de kanun teklifi versinler bari. Gardırop Atatürkçülüğü bitti, şimdi sıra Gardırop İslamcılığında!

Dördüncüsü, olan memlekete ve CHP’ye oluyor. Saraylılar gitsin diye kendi seçmeninin (yine!) tıpış tıpış oy vereceklerini sanıyorlar. Ama giderler tıpış tıpış mesela Akşener’e oy verirler, çünkü sanki o daha laikmiş gibi duruyor. HDP’ye de gidemezler. Çünkü HDP de “Başörtüsüyle ilgili yasal ve anayasal bir değişikliğe biz varız. Bu konuda herhangi bir sıkıntımız yok” dedi. Bu arada madem “endişe” giderilecek, Altılı Masa işbölümünde bu çaba Masa’nın diğer ortaklarına, bilhassa Karamollaoğlu’na, Davutoğlu’na düşmez mi? Onlar daha inandırıcı olurlar. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasını alkışlayan bu zatların hiç kadınlar yararına, laiklikten yana bir açıklamasını duydunuz mu, size ne oluyor?

Beşincisi ve önemlisi mesele zaten başörtüsü de değildi ve değildir. Erdoğan yıllar önce “velev ki türban siyasi sembol” derken işin aslını söylememiş miydi? Madem Kılıçdaroğlu bu konuda “istikrarlı”, bizler de istikrarlı olduğumuzu hatırlatalım. 2008 yılı başlarında bu köşede “Özgürlükçüyüz ama salak değiliz” başlığıyla, özgürlük adına kayıtsız şartsız türban yanlısı olmamızı isteyenlere karşı bir şeyler yazmıştım. Şunları savunuyordum ve hâlâ savunuyorum: Özgürlükler elbette bir bütündür; hepsini birden savunmak lazımdır; sadece birisini savunarak diğerlerini yok sayanlardan ve onların dayatmalarından ise kesinlikle ayrı durmak gerekir. Farklı inançtaki insanlara ve topluluklara eşit haklar ve imkânlar tanımayan bir özgürlük anlayışının hiçbir kıymeti yoktur. Hep birlikte hiçbir özgürlüğün yasaklanmadığı bir ülkenin yurttaşları olabilelim; varsın ondan sonra isteyen türban taksın isteyen başörtüsü. Böyle bir ortamda bu tercihin kimseye bir zararı olamaz. Ama tek bir özgürlük on özgürlüğün canına okuyacaksa, on hayati yasak getirecekse, sayım suyum yok: Özgürlükçüyüz ama salak değiliz.

***

Erdoğan’ın keyfi yerine geldi: “Bize bir pas verdi. Bizim de golü atmamız lazım” dedi. Ve attı nitekim. Yetmedi bir de Alevilik meselesini Kültür ve Turizm Bakanlığı çatısı altına taşıdı. Aleviliği bir inanç olarak görmedikleri belliydi, şimdi sadece bir “kültür” olarak, folklorik bir şey olarak ele aldılar; üstüne turistler için semah yaptırırlar, maliyeti de karşılarlar.

***

Aslında SOL Parti’nin Uşak’ta cumartesi günü yaptığı üretici mitingini yazmam lazımdı. Kılıçdaroğlu o fırsatı da elimizden aldı. Ama muhtemelen kısa süre sonra bunları bile yazdırmayacaklar. Kılıçdaroğlu’nu mesela türbanı savunuyor diye de eleştiremeyeceğiz. Çünkü Meclis’te sansürün daniskası “sosyal medya yasa tasarısı” madde madde kanunlaşıyor. Varsın artık hangi sebeple tutuklanacağımızı bilemediğiniz günler de başlasın. Tabii ki biz hâlâ özgürlükçüyüz ama özgürlükçüyüz.