Gerek büyüme, gerekse de dış ticaret ve döviz borcu istatistikleri, Türkiye ekonomisini ciddi bir durgunluk döneminin beklediğine ilişkin çok belirgin sinyaller içeriyor

Zayıf büyüme, alarm veren dış ticaret

Gayrisafi yurt içi hasıla (GSYH) 2020’nin birinci çeyreğinde yüzde 4,5 arttı. Yüksek gibi görünen bu büyüme oranı büyük ölçüde baz etkisinin, 2019’un aynı dönemindeki daralmanın doğal bir sonucu. Şöyle ki; 2018’in ilk çeyreğinde üretime 100 dersek, 2019’un ilk çeyreğindeki yüzde 2,3 küçülme bu katsayıyı 97,7’ye çekmişti. Şimdi yüzde 4,5 büyümeyle GSYH 102.1’e yükselmiş oluyor. Bu 2018’den bu yana ekonominin toplamda yüzde 2,1, yıllık ortalama yüzde 1 civarında büyümesi anlamına geliyor.

TUİK’e göre, mevsim ve takvim etkilerinden arındırılmış GSYH ise 2019’un son çeyreğine göre yüzde 0,6 artmış. Covid-19 salgınının ekonomik faaliyeti mart ayının ikinci yarısında kesintiye uğrattığını göz önüne alarak yapılacak bir hesaplama, 2020 büyüme temposunun yüzde 3’e işaret ettiğini gösteriyor. Yani eğer pandemi patlak vermese de ekonomi yüzde 3,5-4 arası tahmin edilen potansiyel büyüme hızının altında zayıf bir performans sergilemekteymiş.

Büyüme istatistiklerinde belki de en kaygı veren gösterge, gayrisafi sabit sermaye oluşumunun tam 7 çeyrektir daralma göstermesi. Bir ülkenin üretim kapasitesi artmadan kalkınma iddiasında bulunmasının yersizliği ortada. Belki bir teselli makine ve teçhizat yatırımlarının yüzde 8,4 artmasında bulunabilir. Sorunun inşaat yatırımlarının yüzde 10,2 düşüşünden kaynaklandığı söylenebilir. Zaten asıl tartışılması gereken nokta da bu. Eğer bir ülkenin refahını pandeminin açıkça gösterdiği gibi tarım üretimini artırmaya, yüksek katma değerli sektörleri desteklemeye değil de beton yığınlarını çoğaltmaya endekslerseniz böyle bir manzarayla karşılaşırsınız.

Elbette önümüzdeki dönemde ekonominin seyrini büyük ölçüde Türkiye’de ve dünyada koronavirüs salgınına karşı mücadelenin başarısı belirleyecek. Yine de 2020 ortalama büyümesini etkileyebilecek bir diğer istatistiğe değinmeden bu bölümü noktalamayalım. 2018 krizi sürecinde 5 çeyrek arka arkaya stoklar azalmıştı. Bunun en büyük nedeni faizlerin hızla yükselmesiyle firmaların işletme sermayesi maliyetlerinin artması, hız kesen talebi mevcut stoklardan karşılama eğiliminin güçlenmesiydi. 3 çeyrektir de aksine düşen stokları yerine koyma çabasının GSYH büyüme oranını yukarı çektiği görülüyor. 2020’nin geri kalan döneminde alım gücünün de düşmesiyle işletmelerin daralan talebi stoklardan karşılaması, bu eğilimin de büyümeyi daha da aşağı çekmesi beklenebilir (Stok değişimine ilişkin rakamlar İş-Ekonominin 2020 1. Çeyrek Ekonomik Büyüme raporundan alınmıştır).

İHRACAT ÇAKILDI

Büyüme ile aynı gün, 29 Mayıs’ta dış ticaret istatistikleri de açıklandı. Nisan ayında ihracatın yüzde 41,4, ithalatın ise yüzde 25 azaldığı ortaya çıktı. Haliyle, 2019 Nisan ayında 2,7 milyar dolar olan dış ticaret açığı da 4,6 milyar dolara sıçradı. Bu rakamlar 2020 yılında cari açığının tırmanması tehlikesine işaret ediyor. Döviz üzerindeki baskının sürmesi olasılığını artırıyor. Özellikle Türkiye’nin ihracatının 1 yıl önce yüzde 42,2’sini oluşturan AB ülkelerinin payının ortalamadan daha fazla bir oranla, yüzde 47,8 gerilemeyle yüzde 37,6’ya düşmesi endişe verici. Avrupa Komisyonu 2020’de 27 AB ülkesinin ekonomilerinin yüzde 7,4 daralmasını bekliyor. 2008 Finansal Krizi'nde bile Britanya’yı da içerecek şekilde 2009’da daha sınırlı (yüzde 4,5) bir küçülme yaşanmıştı.

Yaklaşık 4 bin ürüne yüzde 2-30 arası ek gümrük vergisi getirilmesi, ekonomi yönetiminde yaşanan paniğin yansıması gibi görünüyor. Bu yolla doların biraz sakinleşmesi sağlanabilir, bütçede de belirli bir gelir artışı kaydedilebilir. Ne var ki, ek vergilerle iç piyasada birçok ürünün fiyatları artar, zaten salgının etkisiyle ivme yitiren talep iyice duraklar. Bu dönemde gümrük duvarlarını yükselten başka ülkeler de var. Ancak bir taraftan iddialı ekonomik büyüme nutukları çekip, öte yandan ithalattaki payı yüzde 73,8 olan ara mallarının fiyatlarını artırmak çelişkili bir tablo ortaya çıkarıyor. AKP’nin sistematik bir sanayileşme politikası bulunmadığını zaten biliyoruz. Ülkeyi “sıcak para” akımlarına sonuna kadar açıp, küresel koşulların da etkisiyle TL’nin aşırı değerlenmesi sonucu kendi sanayisini baltalarken, yüksek büyüme öyküleri yazan bu zihniyetin şimdi çıkmaza girdiği açıkça görülüyor.

MAYIS 2020 FİNANSAL İSTİKRAR RAPORU

Merkez Bankası’nın Mayıs 2020 Finansal İstikrar Raporu da geçen hafta yayımlandı. Raporda dikkatimizi çeken iki noktaya değinmek istiyoruz:

Birincisi, olumlu bir tınıyla hanehalkı finansal borçluluk oranının 2020 Mart itibariyle yüzde 37 düzeyinin altına indiği belirtiliyor. Bu oran şöyle hesaplanmış: Gerçek kişilerin yüzde 43,3’ü ihtiyaç kredileri olmak üzere 710 milyar TL toplam yükümlülüklerini, yüzde 73,5’ini tasarruf mevduatının oluşturduğu bin 929 milyar TL finansal varlıklarına bölünce gerçekten bu oran çıkıyor.

Ancak merak ediyorum, siz hiç bankada yüklü bir döviz hesabı bulunup da aynı zamanda ihtiyaç kredisi taksitini denkleştirmek için göbeği çatlayan bir kimseye rastladınız mı? Ortak paydası neredeyse sıfır olan rantiyeler ile gariban borçluları karşılaştırmak ne anlam ifade eder? Rapor mart sonuna kadarki istatistikleri kapsıyor; nitekim 22 Mayıs’a kadarki sürede TL’nin hızla değer kaybetmesiyle bireylerin döviz hesaplarının TL karşılığı 646 milyar TL’den 823 milyar TL’ye yükselmiş. Muhtemelen aradan geçen sürede borçluluk oranı da düşmüş. Öyleyse soruyorum; döviz milyonerlerinin sayısının artmasının, yüzde 75’i ortanın altı gelire sahip ihtiyaç kredisi borçlularına yararı ne?

İkincisi, reel sektörün yabancı para açık pozisyonunun şubat ayı itibariyle bir önceki yılın aynı dönemine göre 199 milyar dolar düzeyinden 29 milyar dolar azalmayla 170 milyar dolara gerilediği bildiriliyor. Elbette bu, işletmelerin maruz kaldığı kur riskinin azalması açısından olumlu bir gelişme. Nitekim pandemi döneminde TL’de görülen keskin değer kaybının olumsuz etkilerinden firmaların bir ölçüde korundukları anlamına da gelir. Gelgelelim ihracatın düştüğü, döviz gelirlerinin gerilediği bir dönemde firmaların net döviz borcu ödemeleri yeni yatırımlar yapma, teknolojik gelişmeleri yakalama potansiyellerini iyice kısıtlar. Böyle bir konjonktürde büyüme ve istihdam artışı beklemek hayaldir.

Özetle, gerek büyüme, gerekse de dış ticaret ve döviz borcu istatistikleri Türkiye ekonomisini ciddi bir durgunluk döneminin beklediğine ilişkin çok belirgin sinyaller içeriyor.