Ülke uyuşturucu ticaretinin merkezi haline geldi. Uzmanlar kullanımın çocuk yaşlara kadar düştüğünü ve tahmini olarak 2,5 milyon bağımlı olduğunu söyledi.

Zehir hızla yayılıyor
Fotoğraf: AA

Buse BULUT

Türkiye’de son yıllarda uyuşturucu kullanımı ve ticaretinde büyük bir artış var. Ülkenin her yeri, sokakların her köşesi, uyuşturucu yuvası haline geldi. Uyuşturucu kullanımı 10 yaşına kadar düştü. Bu süre zarfında ülke uyuşturucunun lojistik merkezi haline geldi. Geçen aylarda yayımlanan Türkiye Uyuşturucu Raporu 2022’ye göre ülke tarihinin en fazla kokain ele geçirilen yılı 2021 oldu. Rapor Türkiye’nin kokain rotasına dönüştüğünü gözler önüne serdi. Uyuşturucu trafiği önlenemezken, bağımlılık da günbegün artıyor. Alkol ve Tedavi Merkezleri’nin (AMATEM) yetersiz sayıda olması, yeterli tedavinin sağlanamaması bağımlıların da uyuşturucu batağından çıkmasına yardımcı olmuyor. Uzmanlar, BirGün TV’ye ülkedeki uyuşturucu bilançosunu, bağımlılığa giden süreçte yaşananları, ve tedavi ile ilgili neler yapılması gerektiğini anlattı.

SLOGANLARLA BU İŞ ÇÖZÜLEMEZ

Emekli Narkotik Polis Memuru İsa Altun, uyuşturucuyla topyekûn bir mücadelenin gerekliliğine değindi. Türkiye'ye gelen uyuşturucu maddelerin Pakistan, Afganistan, İran bölgesinde işlendiğini, daha sonra da Avrupa'ya ticaretinin yapıldığını söyleyen Altun, “1990’lı yıllarda narkotik şubede çalışmış bir polis olarak son yıllarda Türkiye'de ele geçirilen uyuşturucu maddelerde bir yoğunluk görüyorum. Bu ürkütücü bir hale gelmeye başladı. Maddeyle mücadelede bütün kurum ve kuruluşlara görev düşüyor. Bütün ailelerin farkındalık ve bilinç eğitiminden geçmesi lazım. Panolara asılan ‘spor güldürür, uyuşturucu öldürür’ sloganlarıyla bu işi çözemezsiniz. Gençlerimize yaşam deneyimlerini, hayatla mücadele prensiplerini öğretmediğimiz sürece uyuşturucuyla mücadelede bir adım yol alamayız. Son yıllarda emperyalist güçler, emekçi insanların çocukları üzerinden rant devşirmeye çalışarak birçok kimyasal sentetik maddeyi gençlerin hayatına sokmaya başladı. Gençleri amaçsız, hedefsiz, bilinçsiz kılmaya çalışıyorlar. Bu konuda bilinç sağlamanın her şeyin önüne geçeceğini düşünüyorum” diye konuştu.

TEDAVİ SÜREÇLERİNDE KRİTİK VİRAJLAR

Bağımlılığın nasıl başladığını anlatan Psikiyatr Prof. Dr. Kültegin Ögel ise bunun çok karışık bir süreç olduğunu ve tek bir nedene bağlanamayacağını belirtti. Ögel “Bağımlılık, tedavisi oldukça zor ama tedavi edilebilen bir hastalıktır. Bizim sürekli bu aşamaları gözlemlememiz ve toplumda ne oluyor ne bitiyor saptamamız gerekiyor. Ancak son yıllarda bizim klinik gözlemlerimize göre de bağımlılık oldukça artmış durumda. Bağımlı bir kişi maddeyi 12 ay süresince kullanmazsa o zaman ‘iyileşmiştir’ diyebiliyoruz. İlk başta kullanan kişinin yardıma başvurması gerekiyor. Arınmadan sonra kişinin stabilizasyon aşaması dediğimiz aşama gerekiyor. Artık kullanmamayı, maddesiz yaşamayı öğrenmesi gerektiği bir aşama. Sonra kişinin yeni bir yaşam tarzı kurması gerekiyor çünkü eski alışkanlıkları sürdürdüğü sürece kişi bağımlılığa geri dönecektir. 12 ay içinde tüm bunlar artık düzelmiş oluyor” dedi. Bağımlılıkla mücadelede Türkiye'de en büyük eksikliğin rehabilitasyon merkezlerinin yeteri sayıda olmamasına dikkat çeken Ögel, sözlerini şöyle bitirdi: “AMATEM gibi yerler nitelik bakımından yetersiz. Özellikle pandemi dolayısıyla bu grup geri itildi. Arınma sisteminde daha yoğun, daha nitelikli bir tedavi olması gerekiyor. Rehabilitasyon kısmı maalesef çok eksik.”

zehir-hizla-yayiliyor-1054072-1.

SINIFSAL FARKLILIK BAĞIMLILIĞI ETKİLİYOR

Psikiyatr Doç. Dr. Elif Mutlu ise bağımlılığın başlaması için hem psikolojik hem de sosyal faktörlerin etkisine değinerek, “Sosyal faktörler maddenin ulaşılabilirliği ve o kültürde kabul edilebilirliğiyle ilgili. Aynı şekilde uyuşturucu politikaları yani cezai yaptırımlar da ulaşılabilirlikle ilgili. Bir toplumun içindeki uzlaşı kültürü, toplumsallaşma kapasitesi bunlar bağımlılık açısından önemli. Yine sınıfsal farklılıklar da aslında bağımlılığı başlatan sebepler olmasa da bağımlılığın seyri ya da kullanılan madde türleri açısından bir fark yaratabiliyor. Özellikle sentetik uyuşturucular için söylersek hızla dünyanın her tarafından yeni sentetik maddeler çıkıyor ama hem tedavide hem tespitinde biz o kadar hızlı hareket edemiyoruz. Temel prensipte aslında önce o kişiyi bir anlamak gerekiyor. Kaçınılması gereken şey, polisiye tedbirler, yani dedektifçe onun hakkında kanıtlar toplamak, arkasından iş çevirmek, zorla tedaviye ikna etmeye çalışmak, bunlar hiçbir zaman işe yaramayan yöntemlerdir” açıklamasını yaptı.

ÖRNEK BİR KURTULUŞ HİKÂYESİ

Tarlabaşı Dayanışma Topluluğu’nun Kurucusu Mehmet Yeralan, eski bir bağımlı. Bağımlılıktan kurtulduktan sonra kurucusu olduğu toplulukla Beyoğlu’nda bağımlıların kurtulması için çalışmalar yapan Yeralan, hem kendi yaşadıklarını hem de yaptıkları çalışmaları anlattı: “90’lı dönemlerde kimyasal maddeler yoktu, bağımlılık bu kadar kötü bir halde değildi. Şu an çok daha kötü durumda. Çocuk sahibi olduktan sonra bağımlılıktan kurtuldum. Devletten bir yardım almadım. Kendi kendimi tedavi ettim. Tarlabaşı Dayanışma Kurulu’nu kurduk. Kendime bağımlılıkla ilgili de çalışma yapmayı bir görev olarak gördüm. İnsanlara dokunmaya çalıştım. Bağımlılık öncelikle kafada bitecek bir şey. Gelip kurtulmak istiyorum derse bağımlı kardeşimizi arınma merkezlerine yönlendiriyoruz. Burası sosyal çevreden dışlanmış insanların yaşadığı yerler. Bataklıkta bir gül yetiştirmeye çalışıyoruz. İnsanlara dokunuyoruz, insanları sosyalleştiriyoruz. Çocuklarımızı sosyal hayata bağlamaya çalışıyoruz. Bir ağacı düşünün gövdesini kurutmadıktan sonra, dallarını budasanız ne olur? Dökülen yapraklar bizim bağımlı gençlerimiz. Gövdesine inemiyorsun. Gövde kesilmeden uyuşturucuyla mücadele mümkün değil.”