“Baylar, yemin ederim, her şeyi fazlasıyla anlamak bir hastalıktır; hem de tam anlamıyla, gerçek bir hastalık. Normal bir insanın anlayış gücü, başka bir deyişle, yeryüzünün en soyut, en işini bilen kenti olan Petersburg’da (öyle ya, kentlerin işini bilenleri de var, bilmeyenleri de) yaşamak gibi katmerli bir talihsizliğe uğramış 19. yüzyıl aydınının payına düşen anlayışın yarısı, dörtte biri, hatta daha azı günlük yaşantımız için yeter de artar bile. Hani nasıl derler, içinden geldiği gibi hareket edenlerin, elinden iş gelenlerin anlayışıyla yetinmelidir insanoğlu.”

Bir arkadaşımın namı kuzuydu, ama kurt imajını benimsemişti, bakmayın kurt gibi görünmeye çalıştığına, karizması yoktu. Efelendikçe etrafındaki insanlar “sen ona bakma, aslında kuzudur” derdi. Bir siyasi toplantıda bağırıp ortalığı terörize ettikten sonra, dağılan gruptan birisi, “o bağırırken aklıma hep gaz çıkarmak geliyor” dedi, “niye adam olamadı bilemiyorum”. O siyasi yapıdan ayrılanlar geçmişe dönüp baktıklarında, artlarındaki bir kuru gürültücü, aslında efemine kabadayı için ne kurt diye hatırladılar, ne de kuzu. Zaten hayatları boyunca kuzu namlı arkadaşın bir kez bile içtenlikle duygulandığını hatırlamadıklarını fark ettikleri için, sözünü açan herkes, “benim için sosyalizm ahlaki bir önermeydi ve ben vicdani süreçlerin ardından siyasallaşmıştım. Ama onu hatırladığımda başka bir şey aklıma gelir,” derdi. Ayrılmayıp devam edenler içinse, ne kuzuydu ne de kurt, bir hayvandı, insanımsıydı. İşte bu kuzu namlı arkadaş, yukarıda Dostoyevski’den alıntıyı okumuş, altını çizmiş ve hayat ilkesi haline getirmişti, hiçbir zaman yeterince okumadı, her duyduğunu beşle çarpıp anlatır, her okuduğunu 10 katına çıkarır, idare etmeye çalışırdı. Öyle ki kendisi afilili bir üniversitede bilgisayar okuyordu, ama mezun olamadı, bilgisayar dillerini öğrenemediği için değil, hepsini öğrendi, ama hangi iş için gerekliyse onu, yoksa oturup kitap okuyamıyordu, lazım olacak ki öğrenecek misali. Aslında tam bir yeraltı adamıydı, hiçbir tartışmada sakin, rasyonel, duyarlı olarak kalmadı, bilgisi yetmediğinde efelenmekle eksikliği kapatıyordu. Efelenirken söylediklerinde duruma uymayan o kadar çok şey vardı ki! İnsanlar onu takmamayı ve başımıza geldi çekeceğiz diye kabullenir gibi yapmayı seçtiler, asıl sonraları ahı çıktı.

Bir başka arkadaşım daha vardı. Zekiydi, çok az okur, insanları dinler, en kritik anlarda müdahale eder, hiçbir şeyi formülize edemez, ama birisi yanlış yapmaya görsün, hemen hesapçıbaşı kesilirdi. Yusuf'un altını çizdiği satırlar Althusser’in Gelecek Uzun Sürer adlı otobiyografik eserindendi. Kitabı okuyanlar bilir, Althusser bütün hayatının dökümünü yapar, burjuva hukukunu eleştirir, yaşamının analizini köklü bir kapitalizm eleştirisine yerleştirir. Althusser kitabında Kapitali Okumak eserini yazarken (Balibar ile birlikte) Marx’ın özellikle ekonomi politik alanındaki eserlerine hakim olmadığını, hatta Kapital’i bile inceleyerek okumadığını itiraf eder. Yusuf da buradan yola çıkarak, bu kadar ünlü bir kitabı bile doğru dürüst okumadan yazabiliyorsa, ben de çok okumadan insanlara bilgiçlik taslayabilirim, yukarıdaki de bana zeka yönünden fazlasıyla vermiş zaten diye sonuç çıkardı. Sonuçta ne oldu, son derece diplomatik hareket eden, insan açıklarını kollamakta uzman, ama yazmaya kalktığında kimsenin ciddiye almadığı ve konuştuğunda insanları esneten birisi oldu çıktı.

İnsan hayatı böyledir, okumak eninde sonunda sizin karakterinizi belirler, okuduğunuz kitaptan daha önemlidir, o kitapla ruhunuzun derinliklerinde nasıl ilişki kurduğunuz.

Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar kitabı da çıkış noktasını bir kitabın okunmasına borçludur: Çernişevski’nin Nasıl Yapmalı kitabına. Rasyonel bir varlık olarak insanın ele alınması özellikle 19. yüzyılın alâmetifarikalarından birisidir, Çernişevski’de bunu yapmıştır. Gelin görün ki Dostoyevski insanı çelişkili bir varlık olarak kavrıyordu, bunu ispatlamak için bireyin tüyler ürpertici iç dünyasına dalınca, bir monolog halinde tek bir kişinin dilinden kendi düşüncesini çağının eleştirisi formatında yazınca Yeraltından Notlar ortaya çıktı.

Mesela: “Niçin iyilik üstüne, güzel, yüce şeyler üstüne anlayışım derinleştikçe, batağa daha çok saplanıyorum, neredeyse boğulmama ramak kalıyor?”

Dostoyevski insanın cahil olduğu için ya da iyiyi bilemediği için değil de, varlığından gelen çelişik karakteri ile rasyonel bir formata dönüştürülemeyeceğini söylüyordu, kısaca insan için: “yazılımı bozuk” diyordu. Ne kadar akıl verirseniz, o günü gelir aklın dediğini değil de akıldışına meyledecek bir isteğe kapılabilir, insanı böyle kabul etmek daha gerçekçidir.

Yakın geçmişte dünyaca ünlü bir havayollarının pilotu emekliye ayrılmak istemiş ve tedavi olmuş, bin bir eziyet çekmişti: niye mi? Havadayken uçağı düşürmek için çok güçlü bir istek duyuyordu, uçağı düşürmedi ama havadayken çektikleri için tazminat davası açtı, normali denemiş, doktora gitmiş, isteğini anlatmış ve rapor bile almıştı.

Ona biçilen tüm rollerin dışında ve ötesinde insan kendi varoluşu üzerinde sonsuz kontrolü kurmaya çalıştıkça ya bundan başarısız olacak ya da ne kadar başarılı olursa, özgür ve iradeli niteliklerini yitireceği için insanlıktan çıkacak.

Dostoyevski bu nedenle yeryüzü cennetlerine inanmaz, kuracağınız cennet insan gerçekliği ile çelişeceği için, kaçınılmaz biçimde yeryüzü zorbasına dönüştürecektir, açmaz işte.

Pek çok insan Yeraltından Notlar’ı okurken bir gerilim duyar, itirafların ardı arkası kesilmez, insan bir anda çıplak suretiyle karşılaşır, anlatılan her durumun bir karşılığını kendi zihninin derinliklerinde yaşamının bastırılmış bir andaki durumuyla özdeşleştirir.

Hakkımızdaki bilgimiz arttıkça, kendimiz üzerine yoğunlaştıkça, hayatımızın diyalektik biçimde nasıl çelişkilerle dolu olduğunu da görürüz, insan büyümez, daha çok oluşur ve üstelik bu oluşum sürekli bir yıkım ve yapım pratiğini içerir. Ne zamanı tek çizgili yaşarız, ne duygularımız ambivalant olmaktan kurtulabilir. Zıt duyguları eş anlı duyarız, kişilere ilişkin duygularımız, onlarla ilişkilerimiz kesintiye uğrasa bile, zaman içinde içimizde yaşar ve duygusal dünyamızdaki keskin salınımlar devam eder.

Zeki Demirkubuz için Yeraltından Notlar kendisine bir meydan okuma alanıydı, düşüncelerini anlatabilmek bu curcunaya hayran bakabilen birisi olarak. Yeraltından Notlar, insanın ancak kendisiyle yüzleşerek yakınlaşabileceği ve karşınızdaki konuşurken bilincinizde sizin kendi benliğiniz üzerine itiraflar yaparak karşılık verdiğinizde, yani okuyucunun seyircinin tam ve aktif katılımıyla okunabilir, seyredilebilir ve anlaşılabilir. Yalnızca Zeki Demirkubuz bir itiraf sahnesi kurmuyor, izleyici de kendi benliğiyle saf bir ilişkiye girerek filmi idrak edebilir, hatta nahoş bir portre karşımıza çıkardığı için yönetmene, gerçekliğe ve hayata kızgınlık duyabilir.