Sevmiyorlar kış mevsimini. Sevmezlerse sevmesinler. Öyle ayrımcılık yapan biri olmadım hiç. İnsan seçmedim, yemek seçmedim. Ama konu mevsimlere geldi mi...

Sevmiyorlar kış mevsimini. Sevmezlerse sevmesinler. Öyle ayrımcılık yapan biri olmadım hiç. İnsan seçmedim, yemek seçmedim. Ama konu mevsimlere geldi mi gönlüm hep kara kıştan yana taraf tutar. Ben ille de kış mevsimini severim. Övülmeye değer bulurum ayazı. Sakallarımı istediğim gibi uzatırım. Montum bir yorgan gibi sarar vücudumu. Soğuk bizi yakınlaştırır. Sıcak hava gibi aptallaştırmaz. Şantiye alanına dönen sokaklardan çok uzaklardadır bizim mahalle. Ne kahve zincirleri bulabilirsiniz, ne alışveriş merkezleri, ne yüksek binalar. Balıkçısı, esnafı herkes birbirini tanır. Ben üç mevsim yüzümü asar gezerim. Kış gelince herkes soğuktan şikayet eder. O zamanlarda bir benim, bir de kar yağışı yüzünden okullar tatil olmuşsa öğrencilerin yüzleri güler.


Hiç kışla yaz bir olur mu diye resmen kızdı kadının biri böyle konuştuğum günlerin birinde. Öyle ya, hiç bir olur mu yazla kış ?! Yazın herkes tatile gider. Sevgililer de gider. Bir ayrılık gibi çöker insanın üstüne yaz akşamları. Havalara aldanıp aşık olduğunu sananların mutluluğu asabımı bozar. Hele gerçekten mutlularsa boğazıma kadar yalnızlığa batarım. Bir kadeh soğuk rakı içerim öyle zamanlarda. Keyfim yine de yerine gelmez. Kış böyle midir hiç. Yağmur yağar, Zelihayla kırık bir şemsiye altında buluşuruz. Uzak dursa yağmurdan saçı bozulacak, makyajı akacak diye mi korkar yoksa onun da içten içe hoşuna mı gider bana yakın olmak bilmem. Bu belirsizlik için bile olsa üç mevsim kış gelsin, yağmurları getirsin diye beklerim. Havalar soğuduğu vakit hemen ümitlenirim. Kahramanlık oyunları oynarım. Montumu çıkarıp Saliha’nın sırtına koyarım. Bir şey demeden gülümser. Bundan yüz bulup biraz daha yanaşırım yanına. Ayakkaplarım su alır. Zeliha ayakkabı demememe güler. Evine vardığımızda acır halime “gel bir çay iç, için ısınsın” diyip davet eder beni içeri. Hiç hayır demem. Kibarlık olsun diye kem küm bile etmem. Benim içim bir kış mevsiminde ısınır.  Zeliha sobayı yakar, ekmek kızartır. Diğer odalar buz gibi olduğundan, sobalı odadan çıkmadan önce kırk kez düşünürüz. Bir çıktık mı da diğer odalardan almamız gerekenleri toptan alırız. Unutma lüksümüz olmaz. Kaloriferli hiç bir ev Zeliha’nınki kadar sıcak olmaz. Ne rutubet aramıza girmeye yeltenir,  ne kar bir duvar gibi dikilir aramızda.


Güneş kendini göstermeye başladı mıydı her şey bozulur. Yaz mevsimi bireyselcileri sever. Ne zaman çiçekler soldu mu, ağaçların son yaprakları döküldü mü, gökyüzü gri oldu mu, insanlar doğadan uzaklaşıp insanlara yaklaşır. Çiçeklermiş, deniz kokusuymuş, mavi gökyüzüymüş, yıldızlarmış, denizmiş, kummuş hepsinin havası söner. Yerlerini insan kokusu, insan sohbeti, gözleri, elleri alır. Gerçek aşk arka fonunda fiyakalı mevsimlere ihtiyaç duymaz. Yaz gelince herkesi bir gitmeler alır. Herkesin gitmesi önemli değil. Ama Zeliha da gider. Valizini alır, kahkahalarını alır gider. Ve ne zaman bir şemsiye altı yakınlığında olmasak biz Zelihayla, beni rakılar basar.