Zeliha’nın evinin fotoğrafı, hani Aladağ Katliamı’nda kulbu olmayan yangın merdiveninin önünde arkadaşlarıyla kavrulan 13 yaşındaki Zeliha’nın evinin fotoğrafını gördünüz mü?

Sıvasız, kaba taş yığını duvarlar, açıkta duran yatak denkleri, gardırop rolü almış gerilmiş ipin üzerine üst üste atılmış yokluk giysileri, birkaç rafa dizilmiş kap kaçakla ‘mülksüzlüğün en yalın’ manzarasını gördünüz mü?

Oysa orası Zeliha’nın istemeye istemeye ayrıldığı ana ocağıydı, Süleymancıların küçük kızlara tuvalet temizlettiği, mutfakta çalıştırıp gece üzerlerine kapı kilitlediği, ‘cehennemi öğrenci yurduna’ Zeliha’nın hiç gönülsüz gittiğini anlatmıştı işsiz babası...

Gelip nasıl ısrarla kızını o yurda göndermeye ikna etmeye çalıştıklarını da, bu mülksüz ve yoksunların ‘ıslahında’ milli ideolojik işleve sahip İslamcı tarikat ve cemaat ağlarının nasıl hafiye gibi küçük çocukları ve ailelerini izleyerek, hayır hasenat diye musallat olduğunu da...

Tabii ki piyasaları ‘canlı’ mağrur ve tepkisel ‘metafizik’ gibi alımlandığı ve yıllardır dikilen yüz milyarlarca dolar saçılmış beton yığınlarından sonra ‘büyüme fantezisi’ kabusa dönünce, ‘milli’ dolar bozma kampanyası düzenleyen Türkiye’de on dakikada kül olacak, kapıları kilitli ahşap ‘naylon yurda’ doldurularak yakılan kız çocukları da iki piyasa günü zarfında ‘melek hamaseti’ sağ olsun, unutulurdu.

O cenaze arabalarının çamura saplandığı dağ köylerinde okumak ve öğretmen olmak isteyen küçük kızların külleri ve çığlıklarını sabah çalınan borsa gongu bastırırdı.

Dini cemaat ve tarikatlar elleri ‘milli sömürgeleşme’ alanı ‘mülksüzlüğün’ çocuklarına, tonaj ve üretim arsızı sermaye de babalarına uzanırdı.

Paganist/lümpen dolar yakma etkinlikleri haber bültenlerinde akarken karanlık çöker, ayaz bastırır ve yine ve yine Anadolu içlerinde binlerce tarikat ve cemaat yurdunda küçük üşümüş eller ucuz elektrik ısıtıcısını kontak yapacak prize takar, mutfakta gece çalıştırılan 13 yaşındaki kızın burnuna gaz tankından sızan gaz kokusu gelirdi.

Yer gök parlar, alevler çıra gibi izinsiz, ruhsatsız, yasalara aykırı bu cehennemi bize, paralı eğitimin yaygınlaşması için ticari okullara öğrenci başına binlerce lira yağdıran kamusal eğitim ve öğrencilere barınma sağlamak üzerine anayasal yükümlülüğü olan Milli Eğitim Bakanlığı’ndan izinli ‘öğrenci yurdu’ diye tanıtırdı.

Öyleydi nesilden nesile ‘yoksulluğu’ üretmek de, nesilden nesile ‘zulme karşı sükutu’ ata örfü gibi tevekkül ettirmek de muhafazakâr-haris gecekondu kapitalizminin maneviyatına dâhildi.

Sonra piyasa yasalarına iman ederken fizik ve doğa yasalarını zihnen kavrayamaz, inkâr durumundaki ‘cin çıkarma hastanesi’ müteşebbisi İslamcı- kapitalistler insan yapımı ‘felaketi’ ilahi yazgı diye savuştururdu..

Göstermelik yangın merdivenleri ise, ‘siyasi özne’ ve ‘siyasi olanın’ başkanlık sistemine koşar adım giderken tamamen dışladığı göstermelik parlamenter sistemimiz gibi kapıları muhtemelen iptal edilmiş olurdu..

Zeliha’nın herhalde gözünde tüterek can verdiği o ana ocağının fotoğrafında duvarda bir yapraklı takvim duruyordu.

O takvim tabii ki Türkiye’nin her gün ‘enerjik yakıtını’ sağlayan insan kanına doymaz saatli maarif takvimi gibiydi.

O kâğıt yapraklar, her gün önüne kattığı insan yapımı katliam, kıyım, kan bilançosuyla hem günün aktüel dehşet ihtiyacını giderir, hem de mülksüzlerin gözden ırak sakıncalı bir kavim gibi temizliğinin failleri meçhul kalacak tekinsiz akışını işaret eder...

Ve bir yaprak daha düşerdi...