‘Zengin siyasileri yiyeceğiz, çünkü açız.’ Bu çarpıcı slogan Lübnan’daki kitlesel protestolardan. Üç aydan fazla süredir devam eden gösterilerde sınıf öfkesinin en güzel dışa vurumu. Etnik, dinsel, toplumsal fay hatları üzerinden bölüştürülen ülkede kitleler tüm bu kimlik aidiyetlerini bir tarafa bırakarak omuz omuza mücadele veriyorlar. Hayat pahalılığı, ekonomik kriz ve yoksulluğun aynı potada erittiği on binlerin sınıf öfkesi giderek keskinleşiyor.

Benzer tablo Irak’ta da söz konusu. Tıpkı Lübnan gibi kimlik temelli parçalara bölünen ülkede aylardır devam eden gösteriler Şii, Sünni, Arap, Kürt, Ezidi demeden bütün toplulukları aynı çatı altında buluşturuyor. Öfkenin sokakları, meydanları zapt ettiği sadece Ortadoğu coğrafyası değil. Şili’den Hindistan’a, Kolombiya’dan Güney Afrika’ya dört bir yanda benzer bir tabloyla karşılaşıyoruz.

Gelir adaletsizliğinin tırmandığı, açlığın, yoksulluğun, geleceksizliğin toplumlara dayatıldığı bir iklimde başka türlüsü de olamaz. Dünya genelindeki en zengin 2 bin 153 kişinin servetinin 4.6 milyar kişinin toplam servetini geçtiği, bu iki bin kişinin dünya nüfusunun yüzde 60’ından daha zengin olduğu bir sistemde kitlelere isyan etmekten başka yol bırakılmış değil.


KORKUNUN FARKINDALAR

Egemenler de pekâlâ bunun farkında. Endişeleri, telaşları bundan. Bütün güvenlikçi politikaları, kolluk güçlerini devreye sokmaları bu korkunun eseri. Şiddet geri tepiyor, ok yaydan çıktı bir kere. Meydanları kontrol altına alamıyorlar.

Neoliberal kapitalist/emperyalist dünya sisteminin hemen her alanında, her düzeyinde irili ufaklı, birbirine bağlı, birbirini besleyen krizlerle karşı karşıyayız. Pazar, paylaşım savaşlarının, nüfuz mücadelesinin kızıştırdığı yerkürenin her bir yanı yangın yeri.

Kapitalist emperyalist sistem ekonomik, siyasi krizden çıkış için gereken formülü bulamıyor. Kapitalizmin yapısal krizi on yılı geçti, egemenler çözüm bulabilmiş değil.

Buna karşılık sınıflar arası çelişkiler keskinleşiyor, mücadeleler giderek kitleselleşiyor.

Bugün küresel köyün efendileri Davos’ta bir araya gelecek. Zirve öncesinde yayımlanan küresel risk raporunda da vurguladığı gibi, “Küresel riskler yoğunlaşıyor, ancak bu riskleri göğüsleyebilecek bir kolektif irade ortada yok, onun yerine bölünmeler artıyor.”

Raporda kutuplaşmaların artacağı, büyümenin yavaşlayacağı, kırılganlığın ve zenginler ile yoksullar arasındaki gelir uçurumunun dünya ekonomisi üzerindeki baskıyı artırabileceği ifade ediliyor.

EGEMENLER ARASI REKABET DE KESKİNLEŞİYOR

Keskinleşen sadece sınıf mücadelesi değil. Emperyalistler arası rekabette de kılıçlar çekilmiş durumda. Paylaşım, rekabet, nüfuz çatışmaları tırmanıyor.
Emperyalist müdahaleciliğin istikrarsızlığa sürüklediği Libya’da kalıcı ateşkes ve siyasi istikrarın sağlanması amacıyla Berlin’de düzenlenen zirveden de istenilen sonuç çıkmadı. Tıpkı Suriye’de olduğu gibi parçalı, kimselerin tatmin olamadığı ancak sorunların bir süreliğine de olsa ötelendiği bir uzlaşı çıktı.
Egemenlerin ekonomik, siyasi her türlü zirvesi emekçiler için daha fazla acı, gözyaşı, işsizlik, yoksulluk ve kan demek. Egemenlerin ekonomik, siyasi her türlü konferansı baskı ve sömürünün daha da artırılması demek. Kapalı kapılar ardında savaş tüccarları tarafından tasarlanan her zirve halkların kaderinin karanlık birtakım senaryolara teslim edilmesi demek.

Tarih, halkların öznesi olmadığı kapalı kapılar ardında yapılan pazarlıkların acıdan başka bir şey getirmediğini gösteren trajik örneklerle dolu. Küresel güçlerin ardı ardına yeni senaryoları devreye soktuğu, onların yerli işbirlikçilerinin ise bu senaryoların vücut bulması için birbirleriyle yarıştığı bir iklimde başka türlüsü de olmaz.

Dünyadaki siyasi, ekonomik, toplumsal duruma bakınca Mao’nun dediği gibi; “Gök kubbenin altında tam bir kaos var, koşullar çok iyi” demekten insan kendisini alamıyor.

cukurda-defineci-avi-540867-1.