Kapitalizmin insanlığa gösterdiği ve hatta öğrettiği en önemli şey insan arzusunun politize edilebilirliğidir. Nefretin, cinsel isteklerin, bedenin, kızgınlığın ve sevginin politikanın nesnesi haline getirildiğinin ortaya çıkarılmasıdır. Ancak daha derinden bakıldığında kapitalizmin görünür kıldığı bu durumun ötesinde bir gerçeklikle karşılaşılır. Arzu denilen şey yalnızca politikanın nesnesi değildir. Politikanın zemini de değildir. Politikanın kendisidir.

Bugün “arzu politikası” üzerinde durmadan, insan arzusunu, yalnızca ve basitçe, sekse indirgemeden; erotizmin yalnızca bedensel bir aktivite değil toplumsal bir anlam ve karşılığı olduğunu görmeden; nefretin ve sevginin politik unsurlarını anlamadan ve hatta arzu’nun insanın ölüme karşı kullandığı en önemli araçlardan birisi olduğunun farkına varmadan politika üretmek olanaksızdır. Daha doğrusu, olanaklıdır ancak bu politik tavır eksik ve güdük kalacaktır. Böyle bir durumda, örneğin, bir bütün olarak devrimci bir şekilde kodlanan işçi sınıfının önemli bir kesiminin tarih boyunca neden “gericiliğe” ve “faşizme” destek verdiğini anlamak da bir o kadar zor olacaktır.

Yalnızca insanların değil, sınıfların, katmanların, devletlerin, halkların da arzuları vardır. Aklın da kalbin de anlam veremediği ve veremeyeceği arzu bir canlılık mahareti değildir. Arzu bir canlılık özelliğinden ziyade dünyada akıp giden, her alanı kontrol edebilme isteğiyle yanıp tutuşan iktidarın bir aracı, nedeni, sonucu ve paradoksal olarak ona karşı geliştirilecek olan direnişin de merkezidir. Arzu engellenemez ancak kodlanabilir. Sevdiğiniz insanla bir arada yaşama biçiminizin evlilik olması koddur. Arzunun aile yapısı içerisine hapsedilmesi, ailenin yalnızca sınıflı toplumu değil, erkek egemen, heteroseksist, ya da bu cehennemde ne güçlüyse onu yeniden üreten bir yapı olarak var oluşu koddur. “Erkeğin kadına aşkı”nın şiddetle ve “sahip olmakla” bir arada gelişmesi koddur. Kadın vücudunun kılsızlığı, kalçaların darlığı ya da genişliği, göğüslerin büyüklüğü ya da küçüklüğü, erkek vücudunun kaslı olması, güçle temsili, atletik yapısı koddur. Sağlıklı olmak için spor yapmak koddur. Şekerden uzak durmak, tatlandırıcı kullanmak koddur. Şişman olmanın, yoksul olmanın, kısa olmanın, kel olmanın dışlanması, belki size ilginç gelecektir ama dünya toplumlarının “zengin yaşlı beyaz erkekler” tarafından yönetiliyor olması (hatta buna karşın yaşlılığın dışlanması) ve bunun sürekliliğinin sağlanabilmesi için –bugünlerde- gereklidir.

Arzu terk edilebilir, bastırılabilir, yok edilebilir bir şey değildir. O ancak dönüştürülebilir, kodlanarak hapsedilebilir bir şeydir. Dolayısıyla kadın vücudu da erkek vücudu da, yaşam ve ölüm süreçleri de iktidar tarafından hapishaneye çevrilmiş mekânlardır.

Ölme süreçleri dahil bütün beden pratikleri, ne giyinileceği, hangi kıyafet giyildiğinde nasıl davranılması gerektiği belirlenmiş modern insan için yaşam bir kamp alanıdır. Bir toplama kampı. Bu toplama kampının büyük alışveriş merkezleri, büyük otoyolları, devasa parkları vardır. Çocukların oynayacakları alanları, ebeveynlerin eğlenecekleri mekânları vardır. Ancak orada, herkes iktidar karşısında çırılçıplaktır. Dehşet verici olan tam olarak bu çıplaklıktır.

Deleuze’ün dediği gibi: “Otoyollar yaparak insanları bir yere kapatmıyorsunuz, ama denetim yollarını çoğaltıyorsunuz. Bununla otoyolların tek amacı budur demiyorum, insanlar otoyollarda sonsuza kadar “serbestçe” dolaşırlarken kapatılmış olmuyorlar, ama kusursuz şekilde denetleniyorlar. İşte geleceğimiz budur.”

Arzuların iktidar eliyle kodlanarak, insanın çıplaklaştırıldığı, kendi arzularından hızla koparıldığı, dokunmanın yerini görmenin aldığı ve bunun yettiği modern medeniyet de budur. Arzu ve onun kapatılması bugün politikanın kendisidir.