Dalış yaparak su altının biyoçeşitliliğini inceleyen Biyolog Dr. Mert Gökalp, Marmara Denizi’nin her şey rağmen direndiğini belirtiyor. Dr. Gökalp, “Ad bile vermeden su altındaki çeşitliliğimizi kaybediyoruz” diyor.

Zenginliği bilmeden kaybediyoruz
Dr. Gökalp su altı dalışı yaparak incelemelerde bulundu. (BirGün)

Hazırlayan: Gökay BAŞCAN

Marmara Denizi’nde su üstünde müsilaj sorunu azalmış gibi gözükse de suyun altı kaplanmış durumda. Deniz canlıların oksijensiz kalması ve beslenememesi Marmara’daki tehdidi her geçen gün artıyor.

20 yıllık fotoğraf arşivinden derlediği 700’e yakın fotoğraf ile “Deniz Canlıları” ve “İstanbul’un Deniz Canlıları” adlı kitapları hazırlayan Deniz Biyoloğu Dr. Mert Gökalp ülkedeki deniz biyoçeşitliliği üzerine kaynak kitapların yok denecek kadar az olduğuna dikkat çekiyor.

Marmara’nın her şeye rağmen direndiğini ancak müsilaj sorununun su altında devam ettiğini ve tehlikenin her geçen gün arttığını belirten Gökalp ile Marmara Denizi’nin altındaki biyoçeşitliliği ve kirliliği konuştuk.

Su altındaki gözlemleriniz ve araştırmalarınızın ardından kaleme aldığınız iki kitabınız var. Kitaplarınızın çıkışını ve sizin su altı serüvenini sorarak başlayalım.

Beş, altı yaşlarındayken kabuk toplayarak başladım. 7 yaşında zıpkın yapmaya başladım, dayımlar elime bir zıpkın verdiler ve “Git, avla” dediler. Bodrum Saros’ta ufak dalışlar yaparak su altındaki canlıları tanımaya başladım. Bir Kızıldereli mantığıyla, ihtiyacımız kadar avladım ve o şekilde canlıların ne olduğunu öğrenmeye başladım. Sonrasında sayılar, çeşitlilik, zenginlik artmaya başladı. Bizim yediğimiz balıklar da artmaya başladı. Fakat, bir süre sonra gördüm ki, tek bir zıpkıncı olarak geliştikçe, büyüdükçe, daha derine inmeye başlayınca benim bulunduğum kıyıya bir etkim oldu. Çünkü o zamanlar kimse oralarda zıpkınla avcılık yapmıyordu, bilmiyordu. Gördüm ki ben etki ediyorum ve “Bunu yapmamam gerek” diyerek zıpkıncılığı 20-21 yaşlarında bıraktım. Ardından üniversitede ODTÜ Sualtı Topluluğu içerisinde amatörce dalış yapmaya başladım. Ekosistemle, çevreyle, canlıları korumayla alakalı birtakım şeyler öğrenmeye başlayınca, yaptığım dalışların artarak deniz canlılarının içerisine iyice girmeye başlayınca, deniz canlılarının korunması gerektiğini, sadece benim değil insanlığın kıyılara etkileri olduğunu fark ettim. Bir şey daha fark ettim, Avustralya, ABD, İspanya, Fransa gibi çeşitli ülkelere okumak ya da dalış için gitmeye başlayınca bu bölgelerde çok güzel kaynaklar olduğunu gördüm. İnsanlar dalış yaptıktan sonra ya da okullarında “Şu deniz tavşanı nedir?”, “Bu balık, şu canlı nedir?” sorular sorarak, canlının ne olduğunu tartışıp bunun üzerine koruma politikaları geliştiriyorlar. Yani, zenginliklerinin farkındalar ve ekosistemdeki değerlerini anlamaya çalışıyorlar. Türkiye’deki kitaplar ise bir elin parmağını geçmez. Daha çok yemek üzerine, deniz ürünleri üzerine; ekosistem, biyoloji üzerine değil. Balıklarla ilgili yapılmış bazı çalışmalar var ama onlar da yeterli değil. Üniversiteler bunu yapamıyor, belki de dalıcı olmadığı için yapamıyorlar. Gördüm ki, Akdeniz’deki çalışmaların, yazılan makalelerin bir şekilde popüler bilim kitabı anlamında halka açılması gerekiyor ve daha fazla bir kitlenin bu canlıları tanıması gerekiyor. Zaten halihazırda dalış hocalığı almıştım, eğitimler Sualtı Topluluğu’nda devam ediyordu. Kitap yazma noktasına 2006-2007 senesinde, elime ilk fotoğraf geçmesiyle beraber yavaş yavaş türleri toplamaya başlamamla beraber düşüncesini oluşturmaya başladım. Sonra kendim için bir kataloglama yapıp, türleri araştırarak, yurtdışından kendime kitaplar toplayarak, çeşitli uzmanlarla görüşerek Türkiye Deniz Canlıları Rehberi kitabını hazırladım. 2011’de çıkan kitap280 türle eksik çıktı ama o dönemde bile en fazla tür çeşitliliğini sağlayan kitaptı. Sonra da 10 sene sonra bu kitapları çıkarmak için yola koyulduk.

İlk sualtı fotoğrafınızı nerede, hangi türü çektiniz?

İlk sulaltı fotoğrafımı, arkadaşımın bana Nikonos 5 kamerayı ödünç vermesiyle gerçekleşti. Onu da 2002 senesinde, Miami Florida’da bir mercanı çektim. Bir de köpek balığı çektiğimi zannediyorum ama o fotoğraflar elde değil.

Deniz yüzeyinde görülen müsilaj, Marmara’daki kirliliği herkesin gündemine soktu. Marmara Deniz’nde biyoçeşitlilik açısından neler yaşanıyor?

Bunu, İstanbul Deniz Canlıları kitabında vermeye çalıştık. Bu kitap 8 bin 800 senelik balık tarihiyle başlıyor. Deniz canlılarıyla insanların karşılaşması, beslenmesi ve bunların hayatlarına girmesiyle. Ardından Yunan öncesi, Antik Yunan, Bizans, Osmanlılar ve Cumhuriyet dönemine gelerek bir dönemi kapsıyor ve deniz ürünleri ile balığın önemini anlatıyor. Daha sonrasında hoş olmayan, nahoş bölümlere geliyoruz ve müsilaj vakasını işliyoruz. Halihazırda oldukça gerilemiş Marmara ekosistemi için oksijensizlik yaratması, deniz içerisindeki kimyayı bozması, denizin zeminindeki ve orta sudaki dinamikleri bozması, güneş ışığının aşağıya ulaşmaması, her türlü canlı grubu için risk teşkil ediyor. Denizin üzerinde bir tabaka oluştuğu zaman güneş ışıkları aşağıya inemiyor. Altında beslenmeye çalışan yavru balıklar, pelecik canlılar, mikro ile makro ekosistem oksijen bulamıyor. Çünkü deniz çayırları, algler, güneş alamadığı için oksijen üretemiyorlar ve oksijensizlik durumu oluyor. Aynı zamanda bunu oluşturan mikroorganizmalar, deniz içerisinde sayısını çok fazla arttırdığı için, çok fazla oksijen tüketiyorlar ve bu yüzden Marmara içerisinde çeşitli noktalarda ölü alanlar oluşuyor. Aynı zamanda deniz zeminine çöktüğü zaman, bir ölüm battaniyesi gibi aşağı kapladığı için, deniz zeminine yapışık yaşayan mercanlar, süngerler, gorganlar, alpler bir sürü canlının gözeneklerini kapatıyor. Solunum, beslenme yapmalarını engelliyor ve kitlesel ölümlere yol açıyor.

Yıllardır Marmara’nın kirlilikle boğuşmasından kim, kimler sorumlu?

1950'lere döndüğüm zaman Marmara'daki nüfus 1,5 milyon, İstanbul nüfusu 1 milyon. 1 milyon insan da kirletiyordu o kadar ama bugünkü kadar sanayi yoktu o dönemlerde. İnsan kirliliği, organik kirlilik, şehir atıkları vardı. Belki tarım bu kadar değildi ama tarımsal atıklar da vardı. Ancak sanayi yoktu. Hiçbir şekilde dönüşümden geçirilmiyordu, belediyeler vasıtasıyla doğrudan denize gönderiliyordu. Derin deşarj denilen bir şey bulundu ve oraya gönderildi. 1950'lerden günümüze değişen birçok teknolojik durum olmasına rağmen biz atık işleme tesislerini geliştirmedik. Marmara etrafında yüzde 15 oranında ileri arıtma tesisleri var. İleri atık sistemi olduğu zaman, siz denize en az etkiyi, minimal etkiyi vermiş oluyorsunuz. Birçok insan da uzman da bunu söylüyor. Ben bunu artırıyorum, neden denize derin deşarjla, derin dediğimiz de derin değil, 20-30 metreye gönderiliyor. Zaten Marmara Denizi bir göl, kapalı bir ekosistem. Neden derin deşarj ile bunu Marmara'ya veriyoruz diyorum. Neden, biz bunu döngüsel bir şekilde çevirip, kullanım suyu, tarım suyu, şehir suyu olarak kullanmıyoruz diyorum. Marmara'ya aslında kullandığımız bir gram suyu vermemiz gerekiyor, bunu yapmamamız gerekiyor. Keza, Ergene'nin sanayi tesislerinin suyu dipten Marmara'ya verildi. Neden toksik malzemeyi Marmara'ya veriyorsun. Dilovası'nda birçok sanayi tesisinin, Nilüfer Çayı’nın Caddebostan'daki Kurbağalıdere'nin atıkları rehabilitasyon amacıyla Yassıada'nın derinlerine, mercanların üzerine döküldü. Haliç’te aynı şekilde yapıldı. Marmara'nın başına gelmeyen kalmıyor. Türkiye'de sanayinin yüzde 50'si Marmara etrafında.

Marmara'daki biyoçeşitlilik açısından azalma yaşandı mı? Bir önlem alınmazsa Marmara Denizi açısından bizleri neler bekliyor?

Bu kitap içerisinde 330 tane deniz canlısı var. Eski dönemlerde baktığımız zaman, Marmara'da ekonomik değere sahip, Marmara'da çıkıp yenilebilen 128 tane balık çeşidi varmış. Şimdi baktığımız zaman, bu canlı çeşitliliği azalmış vaziyette ancak Marmara hâlâ direniyor. Burada bu çeşitliliği vermeye çalıştık. Onca eksiğe, besin azlığına, oksijensizliğe rağmen Marmara direniyor. Burada inanılmaz göçler oluyor. Lüferin, palamutun, kalkanın, kılıç balıklarının, istavritlerin, hamsilerin göçü var. Sonbahar ve ilkbaharda Karadeniz'den Ege'ye geçmeye çalışan balık çeşitliliği var. Onların önüne engeller koyan bir takım avcılar var. İç denizden bahsediyoruz ve biz iç denizlerde inanılmaz bir avcılık yapıyoruz. Bu kitapların amacı, nedeni birinci olarak kaybolmadan, elimizden gitmeden, Marmara'da, Boğazlarda, İstanbul'da ve Türkiye'de anlamamız, algılıyabilmemiz. Bu çeşitliliğin yok edilmesinin engellememiz. Zenginliğimizin artık farkına varalım. Biz yediğimiz canlılar için isimler koymuşuz. Lüferin 6 adı var, palamutun 7 adı var. Aslında bebeklerini yiyoruz ama biz onu da "Bu lezzetli çinokopu aldın mı?" diyoruz. Ama balık daha bebek. Belki eskiden etki etmiyordu ama şu anda ediyor. Yumuşacıklar dediğiniz her şey deniz tavşanı. Midye için hepsi midye. Salyangoz için hepsi salyangoz. Ad bile verememişiz. Ad bile veremeden kaybediyorsun. Neden kaybediyorsun; alp patlamasından, kirlilikten, bir inşaatçı gidiyor kum çalıyor. Neden kaybediyorsun, AVM'ler, limanlar, doldurma alanları yapıyorsun, denizden yiyorsun. Kıyı şeridindeki bütün bu üreme alanlarını yok ediyorsun. Sen zenginliğini anlamadan kaybediyorsun.

Bakanlık yetkililer müsilaj şuan yok diyor. Su üstünde görünmüyor ancak su altında durum nasıl?

Geçen sene oluşan müsilaj bir fitoplankton türünün fazlaca üremesiyle veya iç hücre yapısını stres altında patlatmasıyla oluşan bir durum. Müsilajın farklı tipleri var. Farklı bakteriler tarafından ya da fitoplankton tarafından yapılan türleri var. Bu sene yeniden oluşmaya başladı. İncelenirse belki de başka bir türün yaptığı görünecek. Bu böyle katlana katlana gidecek çünkü bir şey yapmıyoruz. 20 tane politikacı, üç tane belediye başkanı, kaymakam toplanıp, yanlarına 5 bilim adamı aldıklarında bir şey olmuyorEylem planı deniyor, o eylem planının içerisinde bir plan göremiyorum. Üstten mi temizliyorsun, üsttekini aldın çok iyi ama altındakini bilmiyorsun.

İstanbul’ Deniz Canlıları kitabınızda yer alan ancak artık Marmara'da görülmeyen bir tür var mı?

Olmaz mı, Orkinos mesela. Orkinos artık gelemiyor çünkü endüstriyel avcılık yok etti. Akdeniz'den itibaren Atlantik'ten itibaren her kıyıda avlanıyor bu balık ve o yüzden gelemiyor. Yalnız endüstriyel balıkçılık pandemi döneminde çekildiği için 3-4 tane orkinos Adalar'da zıplarken görülebildi. Kaybolan balık türleri diye bir bölüm de yaptık, orkinosu anlatıyoruz. Kılıç balığı Beykoz'da, Dalyan'da bile avlanırmış.1960'lardan sonra kesiliyor. Uskumru komros ışıkla avcılıktan sonra buraya gelmesi kesiliyor. Çirozu bilmeyen yoktur. Bu bölümleri yitirdiğimiz balıklar olarak anlattık. Bu biraz romantik bir kitap. Deniz Canlıları kitabı ise bütün denizleri içeriyor, 700 tane tür olacak içerisinde. Balıklar, kıkırdaklılar ve köpek balıkları bölümü. Burada tüm Türkiye'deki deniz canlılığını anlatıyoruz. Yine popüler bilim dilinde yazdığımız biyolojik bir rehber kitap.