Zerdaliler çoktan çiçek açtı. Koca çınar yapraklarını giyinmeye durdu. Güneş artık başka ısıtıyor. Koyu kış günlerinin asık suratlı Şiktan’ı artık daha bir güler yüzlü. Ocaktaki demlik bile bir başka buharlanıyor. Çayın bile tadı bir başka bu günlerde Sırçınar’da. Kahvenin her zamanki müdavimleri, Kasap Hüseyin, Hoşaf Sami, Cenap Hoca, Dümenci, Sinek Efe ve elbette ki Hacı demli çayların buharına karışan koyu bir sohbete dalmışlardı. Sohbet konusu günün gazete manşetleriydi elbette.
Kasap Hüseyin elindeki gazeteyi göstererek;
- Bakın ülke ne rektörlerin eline kalmış da görün! Şu densizin dediğine bak; “Ben daha çok cahil ve okumamış, tahsilsiz kesimin ferasetine güveniyorum bu ülkede. Bizde de şimdi okuma oranı arttıkça beni afakanlar basıyor.”
Hacı sırf Hüseyin’in damarına basmak için;
- Valla şiir gibi konuşmuş rektörüm, deyince burnundan dumanlar çıkan Hüseyin’den önce Cenap Hoca lafa girdi;
- “Vinum daemonum”, diyorsun yani Hacı, öyle mi?
Hacı şaşkın şaşkın Cenap Hoca’ya bakarak;
- O ne demek o, Hocam. Türkçe konuşsan da anlasak.
- Valla sana değil Türkçe, Arapça, Farsça konuşsak da anlamayacaksın ama yine de açıklayayım.diyerek devam etti Cenap Hoca. Ortaçağdan bu yana kiliseden gelen bir deme bu Hacı. Kiliseye göre şiir, Vinum daemonum yani kötü ruhların şarabıdır.
Çayından koca bir yudum alıp derin bir ohhh çeken Hoşaf Sami;
- Bütün bunlar o diktatörün başının altından çıkıyor.
-Öyle deme! Geçekleşmeyen reislik düşü kahrediyor adamı, gözleri şişmiş görmüyor musun? Sanki gece boyu ağlamış gibi, diyerek lafa giren Dümenci. Ağlamış gibi dedim de aklıma bakın ne fıkra geldi. Masadakiler hep bir ağızdan;” Eee, ne duruyorsun anlatsana!”
Dinleyin öyleyse; Vaktin birinde bir tiran ağlıyormuş. “Yüce efendim neden ağlıyorsunuz?” diye sorduklarında; Siz benim Başkan olacağımı söylüyorsunuz, ama beş dakikadır aynaya bakıyorum, ayna hiç de bana öyle söylemiyor. Etrafındakiler hemen celallenmişler; “Aman efendim o ayna yalan söylüyor”. Deyip yatıştırmışlar tiranı. Ancak tiran az sonra kendisinden daha beter, feryat figan ağlayan bir ihtiyarı görünce; Neden ağlıyorsun? Diye sormuş. Aman demiş ihtiyar. Ben ağlamayayım da kim ağlasın. Sen beş dakika aynaya baktın on beş dakika ağladın. Ben yedi gün yirmi dört saat gazetede, televizyonda, bilbordlarda kısacası her yerde senin yüzünü görüyorum. Söyle ben ağlamayım da kim ağlasın?”
Dümenci noktayı kor komaz masada bir kahkaha tufanı patladı ki görmeye değer…
Hacı işe yaramayacağını bile bile derhal savunmaya geçti. Arka arkaya bir sürü şey geveledi durdu. Ancak söylediklerine kendi de inanmıyordu. Cenap Hoca; “Gereksiz söz gürültüdür. ” diyerek Hacı’nın lafını kesti. O sırada masadan ötede, dirsekleri pencerenin denizliğinde, gözleri karşı cumbada takılı kalan Hıdır Dayı gözlerini asılı kaldığı yerden alıp masaya çevirerek, derinlerden gelen davudi bir sesle, tıpkı bir dengbej gibi, “ Bu ne zulümdür. İnsanlar şu zerdali çiçekleri gibi dökülmekte. Meyveye duramadan, dolu vurmuş gibi… Aslında onları döken tiran değil kör cehaletin ta kendisi…”


Sırçınar’a bir bulut gibi çöken sessizliği Şikatan’ın burunsuz çırağı bozdu. Fırında taze simit çıkmış isteyen var mı, alem de gelem mi?”
Şiktan ocaktan bağırarak, “Al, al da gel hemen. Yoksa bu gidişle koca demlik çay heç olacak” seyirterek koşan Burunsuzun açtığı kapıdan acılar, dertler, ahlar, vahlar ve daha nicesi sokağa döküldü, Yerine zerdalinin çiçeklerinden bir avuç umut içeri…