Dünyada en ilginç dillerden biri, bizim Kırmancların konuştuğu Kırmancça'dır. Yasaklı, dayakla unutturulmuş, köy ve dağla sınırlı kalmış diye de değil, içerdiği bin bir kelime, birden çok anlamlı deyimleriyle bu böyledir. Zerre kelimesi, çok anlamlı, çok katmanlı, geçişken, tuhaf, büyülü, gücü fazla bir sözdür. Annem efkârlandığında, zerre mı dezeno diyerek derin acı duyduğunu, bize ders çalış, adam ol derken zerre ra van sözünü kullanır, bizim için ne kadar yürekten iyiliğimizi istediğini ortaya koyardı. Gençtim, insanı hep iyi, mücadeleyi kusursuz, idealleri saf sandığımdan, herkese her an aptal gibi inandığımdan İstanbul'da alındım, sonra hapse düştüm, annem ağlamış uzakta, kot zerre demiş, dövünmüş. Zerre genellikle ve en çok hapistir, polis, karakol, cezaevi, akıl hastanesi, insanın kapatıldığı her yer külliyen zerre ile ifade edilir.

Herkes hapse düşebilir, işçi işsiz, zengin fakir, kültürlü cahil, herkes ağır demir kapıdan girip, üç ay beş ay, beş sene on sene yatabilir. Bazı kişiler hep hapistedir, gardiyanlar, doktorlar, aşçılar, berberler, akşam çıksalar bile o uzun kalın duvarların içinden çıkamazlar. Bazı insanlar dolaylı hapistir, mahpus yakınları, askerler, nöbetçiler. Hapishanesiz bir toplum, üç yüz senedir yoktur. Suç ve cezayı üreten eşitliksiz tüm rejimler, şiddet ve cinayet tekelini elde tutanlar, ceza, hapis ve infaz tekelini de elde tutarlar. Herkesin hapse girebileceği, hiç kimsenin hapishaneden muaf olmadığı bu dönemde hapishane, tıpkı hastane, okul, yurt, kampüs gibi bir denetim mekânıdır.

Hapishane denince bir zamanlar Bayrampaşa Üniversitesi akla gelirdi. Öğrenciler anlı şanlı eski sol liderlerin koğuşlarından geçer ve ikinci bir eğitim alırlardı, sonu kanlı oldu. Artık adları birer harften ibaret sayısız hapishaneler var. Hatta içinde adliye, duruşma salonu, hava savunma sistemi bulunan hapishaneler kuruldu. Sincan ve Silivri, Sağmalcılar'ın rekorunu aştı. Bu hapishanelere dair resmi yalanlar, uydurma dedikodular, gerçek hayal karışımı söylentiler son yıllarda patlama yaptı.

Öyle ki, tarihte ilk kez devletin cezalandırma tekelini paylaşmak isteyen yığınlar, hem sokakta linç ederek cezayı kesmeye, hem de hapishanelerde gerçekleşecek sözde isyanlar karşısında, hapishaneleri silahla basarak, tutulanları bastırmaya özendiriliyorlar. Sürüleşen kitleler bugüne kadar çok lince karıştı, baş kesti, kan döktü, hapishane basacaklarına, tutukluları idam edeceklerine ise hiç rastlanmadı. Aslında bu, Meclis’ten, saraydan uzun zamandır yükselen idam tehdidinin aşağı sınıflarca benimsenmesi, ete kemiğe bürünmesidir.

Amerika'da borsada değerli hisseleri olan hapishaneler var. Tüm Amerika çapında iki milyondan fazla insan hapishanelerde yaşıyor. Türkiye'de bu sayı on yıl evvel doksan binin biraz üzerindeydi, bugün hapishanelerde iki yüz otuz bin kişi yaşıyor. Kentleri, evleri yıkanlar, ilçelere ve şehir merkezlerine tankla atış yapanlar, iki yüz elli kişiden birini içeri tıkmış durumda. Burada rehabilitasyon diye bir şey yok, içerdekiler dışarıdakilere gösteriliyor, korku yayılıyor.

İnsan neden kapatılır, üstünde bir dizi iş yapmaya yarar kapatılmış insan. Bir mekânda zorla tutulan insan en son hedeftir, içe alınan insan, aslında dıştaki insana bir gözdağıdır. İçe alınan aslında dışarı atılmıştır. Bundandır her gün hapishanelerden yükselen feryatlar, çoğalan intiharlar, mahkûm koğuşlarının tıka basa dolması bundandır. İşlenen suç, ödenecek ceza, verilecek kefaret önemsizdir, varsa yoksa sistemin güvenliğidir söz konusu olan. Birileri dışlanır içeri alınarak, içeri ağrır, dışarı tehdit edilir. Bir adım ötesi imhadır, yok etme vaadidir.

Hayatımda ilk duyduğum seslerin o eski dilinde zerre, iç demektir. İnsanın, hayvanın, canlının cansızın, evin, dağın, ağacın, toprağın içine zerre derlerdi. Duygular, sevgi, aşk, nefret, samimiyet hep bu sözle pekiştirilirdi. Bir ülkenin, şimdi anne baba ve çocukların, eş ve sevgililerin, siyasi yoldaşların ve dava arkadaşlarının yüreği yanıyor. Diktatörlüğün ve zifiri bir karanlığın kıyısında olsa da, nabız atışları hafifçe duyulsa da, karakolları, mahkemeleri, hücreleri, koğuşları her gün artan oranda dolup taşsa da, bu kadim, bu güzel, bu büyük ülkenin içinden, belki insandan ümit kesilmeyeceğinden, belki Haziran günlerinin solmayan anılarından, yepyeni bir umut, geleceğe dair bir büyük ve geniş iyimserlik yükseliyor yeniden.