Zihin sarkması (2)

Afrika’nın büyük ve kederli ülkelerinden Mali’de, Cenne (Djenne) adlı bir kasaba var. Tek katlı toprak evlerle dolu, toprak rengi bir bölge olan Cenne’nin merkezinde ilginç bir yapı var: Cenne Ulu Camii. Toprak yapıyı bir arada tutma işlevi gören kütüklerin duvarlardan çıkarak oluşturduğu ilginç görüntü, sivri kuleler sayesinde daha etkileyici bir hal alıyor.


Tarihsel verilere göre, İlk yapıldığı 13’üncü yüzyıldan bu yana, kum fırtınalarının ve yağmur mevsiminin aşındırıcı etkisiyle cami defalarca yıkılmış, yeniden yapılmış. Bazen kaderine terk edilmiş -1828’de bölgeyi gezen René Caillié, yıkık haldeki caminin kırlangıçlara yuva olduğunu, kuş pislikleriyle binanın inanılmaz derecede kötü bir kokunun kaynağına dönüştüğünü yazıyor- bazen din savaşlarının kurbanı olmuş -1830larda ‘cihad’ ilan eden Seku Amadu adlı biri camiyi yıktırıp yerine kendi camisini yaptırmış- vs.

Günümüzde cami için her yıl özel bir yenileme çalışması yapılıyor. Duvarları çatlayan, sıvaları dökülen cami için kasabanın duvarcı ustaları, Nijer Nehri’nin kasabanın yanından geçen ve yılın büyük bölümünde kuru olan bir kolunda sıva çamuru üretiyorlar. İçine pirinç kabuğu vb. malzemeler katarak elde ettikleri bu esnek çamur kıvama geldiğinde, yağmur mevsiminden hemen önceki bir gün kasaba halkından binlerce insan, kafalarının üstünde tuttukları kaplarla camiye çamur taşıyor. Duvarlara tırmanan ustalar da, bu çamurla camiyi sıvayarak bir yıl daha ayakta kalmasını sağlıyor.

***

Cami ibadet için pek kullanılmıyor, ama insanlar her yıl bu camiyi yeniden inşa ederek bir tür ibadet yapmış oluyor: Doğanın yıkıcı güçlerine karşı duran insanın inancı... Bu süreçte modern teknoloji kesinlikle kullanılmıyor; çamur mutlaka küçük kaplarla taşınmalı, mutlaka çıplak elle sıvanmalı. Bu sayede ortaya, halkın da bir parçası olduğu epik (destansı) bir eylem çıkmış oluyor; halkın tüm olumsuzlukları, açlık ve sefaleti, eğitimsizliği mazur görmesini, böylece düzenin devamını sağlayan bir ‘epope’…

(En başta Homeros’un İlyada ve Odysseia adlı yapıtlarıyla örneklenen ‘epope’, insan, tanrı, yarı insan-yarı tanrı kahramanların muhteşem maceralarının destansı anlatımı anlamına geliyor. Bu epik yapıyı epizodlar (bölümler) sayesinde istediğiniz kadar uzatabilir, kahramanları maceradan maceraya sürüklerken özdeşleşme mekanizması sayesinde okuyucu/dinleyiciyi anlatının bir parçasına dönüştürebilirsiniz.

Bu, Brecht’in 1920lerden itibaren kuramsallaştırmaya çalıştığı ‘epik tiyatro’nun çok dışında bir anlatı tarzıdır. Epik anlatı okuyucu/dinleyici/seyircinin anlatılanlarla özdeşleşip kendini kahraman gibi hissetmesini sağlayarak tüm tarihsel çelişkileri görünmezleştirirken, epik tiyatro, örneğin Cenne Camii’nin gizlediği toplumsal gerçekliğin seyirci tarafından tartışılır hale gelmesini amaçlar.)

***

Ortalama 90-100 dakikalık özdeşleşmeci filmlerde bir ‘sarkma’ -’gerçek zaman’la ‘filmsel zaman’ algısı arasında örtüşmeme durumu- olduğu zaman bunun seyirci tarafından hissedildiğini söylemiştim. Bu sarkma ‘epope’de hissedilmez; ‘epope’de seyircinin zihninin sarkmasını sağlar, hikayeyi de istediğiniz kadar uzatabilirsiniz. Türkiye üzerinden örneklersek, mesela “Osmanlı Devleti, 1299’da Osman Bey tarafından kurulmuştur.” cümlesindeki basit tarihsel veriyi epik anlatıya dönüştürüp her bir bölümü en az iki saat süren ve sonu gelmeyen bir TV dizisi üretebilirsiniz. Uymanız gereken kurallar az ve özdür:

- İyilerle kötüler arasındaki ayrımı bir çocuğun bile anlayabileceği kadar basite indirgeyin. İyide beliren kötülük, kötüde görülen iyilik gibi tartışmalara asla ve kat’a bulaşmayın!

- Olayları ve karakterlerin tepkilerini mümkün olduğunca abartılı anlatın. En doğal olay bile doğaüstü bir nitelik kazansın.

- Karakterleriniz daima coşkulu ve atak olsun. Eylem ve heyecanın yoğunluğundan, karakterlerin neredeyse her sözü ünlem işaretiyle bitsin.

- Etrafta daima düşmanlar bulundurun. Böylece iyilerle özdeşleşmenin bitmesine asla izin vermeyin.

Özellikle belirli bir cehalet seviyesine yükseltilmiş seyirci toplumlarda bunun için kullanılabilecek en iyi ve hazır malzeme tarihtir. Diyalektik tarihsel ve toplumsal süreçlerle örneğin 100-150 yıl önce yıkılıp gitmiş bir devleti, politik anlatınızın içine yedireceğiniz epope yöntemiyle ‘gelecekte tekrar ulaşılacak hedef’ haline getirebilirsiniz. Böylece, Macaristan’dan yeni bir Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Rusya’dan yeni bir Çarlık Devleti, Türkiye’den bir Neo-Osmanlı İmparatorluğu çıkarılabileceği yanılsaması yaratarak halkları sömürmeye devam edersiniz.

Bu süreçte seyirci toplumun zihni öyle sarkmıştır ki, kimsecikler anlatıdaki akıldışı sarkmayı fark etmez, ya da fark etse bile önemsemez. Bu sayede insanlar, belki inanmazsınız ama, gündelik hayatlarına herhangi bir katkısı olmayan bir bina için başlarının üstünde size harç taşıyıp durur.