“Zamanı değil mi artık Açılsın pencere Yağsın gökyüzü oradan

“Zamanı değil mi artık

 Açılsın pencere

 Yağsın gökyüzü oradan

 …

 Gelirsen evime ey sevgili

 Bir lamba getir bana

 Ve küçücük bir pencere

 Seyredeyim oradan kalabalığını mutlu sokağın”

                                           Furuğ Ferruhzad

Rahmetli Felat Cemiloğlu adeta vasiyet ederek demişti ki; “Birgün Kürtler kendi anadillerinde eğitim görme olanağını bulurlarsa eğer, Cemilpaşa Konağında Kürt çocuklarına eğitim verilmesini ve bu konakta yaşananların hafızaya kaydedildiği bir mekân olmasını isterim”.

90’lı yılların sonunda yazmıştım “Cemilpaşa Konağı ya da Hüznün İsyanı” denememi. Sonra bugünlerde Paris’te Fransızca basımı da yayınlanan “Sırrını Surlarına Fısıldayan Şehir, Diyarbakır” kitabıma da koymuştum o metni. Nejat Cemiloğlu Ağabeyin muhterem eşi daha o yıllarda demişti ki kendisine; “Vatan toprağı bildiğiniz evinize, konağınıza sahip çıkamıyorsanız, var ve varlıklı olmanız neye yarar ki!”

Doğrusu, üzerinden on yıldan fazla bir zaman geçti. Ama hep gündemimdeydi Qesra, konaxa Cemilpaşa!  Bir zamanlar “Abdülhamit’in sarayından bile daha görkemli olduğu” dillere destan Cemilpaşa konağı melül ve mahzun, yıkık ve harap bir de küskün öylecene bir köşede duruyordu. Uzun emekler verdik, hep beraber. Sonunda geçtiğimiz günlerde 25 Aralık 2010 cumartesi günü Diyarbakır Büyükşehir Belediyesinin sahipliğinde konağın resmen “Kent Müzesi” olmak üzere bir kokteylle restorasyonuna başlandı.

Cemilpaşa konağı; aileye ad olan Ahmet Cemil Paşa’nın 23 yıl Yemen’de valilik, sonrasında da Siirt’te mutasarrıflık yapmasından sonra Dîyarbekir’e 1870’li yıllarda dönüşünden sonra yedi adet eski Dîyarbekir evini yeniden ihtiyaca göre düzenleterek bugünkü konak haline dönüştürüp tüm aile efradının kullanımına açılmış halidir.

Konak devasa tarihi tanıklıklara diller, kültürler ve kimlikler üzerinden ev sahipliği yapmış. Süryani matbaacıların mekânlarında, Kürtçe Gazî dergisi konakta düzenlenip yayınlatılmış Kadri ve Ekrem Cemilpaşa tarafından.

Bütün bu ruh hali içindeyken; 2010 yılı Türkiye’sinde son Türk Devletinin Bekası’nın nirengi noktası olarak dilegelen “Resmi Dil Türkçedir” sözünün birgün evvel Ankara’da Milli Güvenlik Kurulu bildirisinde, ertesi gün de ülkenin Cumhurbaşkanı tarafından Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir’in makamında dillendirilmesi manidardır.

Evet ‘resmi dil Türkçe’dir’  buna bir diyeceğimiz yok. Ama Allah aşkına elinizi vijdanınıza koyun binlerce yıldır kendi coğrafyasında yaşayan Kürtlerin dili, resmi dilinize “kışt” mı dedi. “Hadi, sen öte yakaya geç bakalım” mı, dedi. Bırakınız artık bu “egemen” ve “dayatmacı” ulus tavrını. Kürtler bunca yaşanmışlıktan sonra dilinden vazgeçmez benden söylemesi. Hem sadece dilinden mi? Değil elbette… Kültüründen de, kimliğinden de, diğer tüm değerlerinden de vazgeçmez! Çünkü Kürdün cem-i cümlesi bilir ki Kürtlük artık toptan bir varoluştur.

Çocukluğundan bu yana Şam’dan başlayan sürgünlüklerden bugüne gelen ve şimdilerde Güney’de, Hewlêr’de Kürdistan’ın yeniden imarından kendini sorumlu hissedenlerden Cemilpaşa kızı sevgili Ferda Cemiloğlu’nun Kurmancî’sine nüfuz eden, Osman Baydemir’in Cumhurbaşkanına Ferheng’i armağan ederken telaffuz ettiği “Şirin Kürtçe”nin Soranî lehçesinin Cemilpaşa konağının avlusuna ve taş duvarlarına çarpan sesinin tınısında gizli hepimize tercüman olan; “Cemilpaşa konağının dili, dile gelse de konuşsa; kimlere ev sahipliği yapmadı ki! Kimler bu konaktan gelip geçmedi ki!”…

Cemilpaşa Konağının restorasyonunun başlaması nedeniyle Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir’in verdiği resepsiyonun bitiminden sonra konaktan ayrılırken sokağın başına belediye tarafından yerleştirilen “Cemil Paşa Konağı” tabelasını Nejat Ağabeye işaret etim, gözleri parladı ve “önünde bir fotoğrafımı çeker misin!” dedi, çektim. Bazen tarihe mal olmuş bir adın bir yere nakşedilmesi ve telaffuzu bile birçok şeye kadir oluyor…