Deniz sakindi. Sükûnet bozulmasın diye usulca yürüdüm içine, su göğsüme ulaşınca durdum. Denizin yüzeyinde minik damlacıkların sıçradıklarını fark ettim birden; havada yay çizdikten sonra tekrar suya düşen minicik zıplamalar. Sıçrama ya da zıplama genellikle neşeye eşlik eden bedensel bir harekettir. Çocuklar, tüm hayvanların çocukları yerlerinde duramaz, zıplarlar. “Otur!” dediklerinde oturmayı çok sonradan öğrendik, ruhlarımız ağırlaştı. Sıçramak, hafif bir ruhun göstergesi. Yaş ilerledikçe yükümüz ağırlaşır, insanın bedensel yapabilirliği de azalınca yerinden kalkamaz olur ve yerçekimine yenik düşeriz. Sıçrayabildiğimiz anlar, yeryüzünün rüzgârlarıyla hafifleyen ruhumuzun kanatlanıp uçmaya teşebbüs ettiği anlardır. Kanatsız varlıkların, kuşlara özenip yerçekiminden kurtulma, havalanma çabaları. Ruhların bilhassa ağırlaştırıldığı bir ülkede yaşıyorsanız zıplamak, her zaman yapabileceğiniz türden bir hareket değil. İktidar yerçekimini sever. İktidara teslim olmak, yerçekimine boyun eğmektir; “oturun oturduğunuz yerde!” dediklerinde yerinizden kalkamamak. Ne zaman zıplayan birisini görsem benim de zıplayasım gelir. Keder gibi neşe de bulaşıcıdır çünkü. Zorlansam da yine de denerim. Zıplamaya başlayın, arkası gelir.

***

Devinimleri ve devrimleri oturanlar değil, zıplayanlar başlatmıştır. Emma Goldman “Dans edemeyeceksem, bu benim devrimim değil” demişti ama danssız devrim olabilir mi? Hem devrimin hem dansın başlangıcında zıplayan bedenler vardır. Dans deyince genellikle, bir müzik eşliğinde bedenin ritme uygun, estetik bir şekilde hareket ettiği, türleri ve kuralları olan, dans kurslarında eğitmenlerin öğrettiği, çalışma ve yetenek isteyen bir uğraş gelir aklınıza ve gözünüzü korkutabilir. Dans ve estetik bizim ortak kültürel sermayemiz. Her ikisi de kültürel dışavurumlara dönüşmeden çok önce hayatta kalmaya yarıyordu. İnsanın hayatta kalabilmesi, bedenin duyu organlarıyla yeryüzünü olabildiğince duyumsamasına, yani estetiğe bağlı; Yunanca “aisthetikos” duyumsamayla algılanan şey; “aisthesis” ise duyuma dayalı algı deneyimi. Dans da, aramızdaki toplumsal bağları güçlendirmiş, tek başına kaldığında doğa karşısında kırılganlaşan insan bedeninin hayatta kalmasını sağlamıştı. Dansın kökeninde, kendilerinden çok daha güçlü, kolaylıkla av olabilecekleri yırtıcı bir hayvan karşısında bir araya gelip tek sıra halinde birleşen, belli bir ritimle zıplayıp ayaklarını yere vuran, ellerindeki sopaları sallayıp birlikte bağıran bedenler olabilir (B. Ehrenreich, Sokaklarda Dans, Versus). Çok başlı, çok ayaklı zıplayan toplumsal beden sayesinde hayatta kalabildik. Ve günümüzde ritimle hep birlikte zıplayan bedenler, ilk insanlarla aynı duyguyu, yaşama sevincini paylaşırlar.

***

Bazen bir tehdidi algıladığınızda, yerinizden aniden sıçradığınız da olur; sizi zıplatan, yine yaşama sevincidir. Sıçramak, aynı zamanda bir kaçış hareketidir de; yaşama kaçış. Sıçramak, yaşama doğru yapıldığında zorunlu olarak sevinci de içerir. Denizin üzerinde gördüğüm sıçrayan minik damlacıklar, avcılardan kaçan 1-2 mm boyutlarındaki kopepodlardı; mikro sevinçler. Uçan balıkların avcılardan kaçmak için geliştirdikleri suyun dışına doğru sıçrama hareketi, su içindeki mikro yaşamın sakinlerinde de görülür. Ölümcül ortamdan kaçmak için sınırın dışına doğru sıçrayan insanlara ise günümüzde mülteci, sığınmacı, göçmen deniliyor. Sosyal medyada paylaşılan, Belçika’daki bir havalimanına henüz varmış Afgan çocuğun neşeli sıçrayışlarıyla kopepodların su yüzeyindeki sıçramaları aynı duyguyu dışa vuruyor: Yaşama atılmanın sevinci.

İktidar zıplamaz ve zıplayanları da pek sevmez. Politik natürmortunda her şey ölü taklidi yapmak zorunda. Zıplayan, sevinçle yaşama doğru atılmakla kalmaz, yaşama sevincini başkalarına da bulaştırır. En son Gezi’de hep beraber zıplamıştık: “Zıpla, zıpla, zıplamayan iktidardır”. Atalara pek güvenmeyin, fazlasıyla ataerkildirler ve sözleri, erkleri sürsün diyedir: “Çekirge bir sıçrar, iki sıçrar, üçüncüde yakalanır”. Çekirge asla yakalanmadı, sıçradıkça yeni imkânlar açıldı önünde. Yakalananlar, haritaya yerleşenlerdir. Zıplamaya devam! Her zıplamada yeni kaçış çizgileri icat edilir. Çünkü “yaratma eylemi, sadece sevinçte gerçekleşmektedir” (Rilke).