Milli ve yerli milletvekili tartışmaları arasında pazar günü devletin yaptığı mitingin asıl anlamı kaynadı gitti.

Kendilerine aydın, gazeteci, din adamı görünümü veren bir takım ikbal perestin, önder bellediklerinin zırvalarını tevil etmek için, ya da gerçek niyet ve bakış açısını ortaya koyan ırkçı faşizan, cahilce sözlerini düzeltmek için, içine düştükleri acınası durumu görmek için faydalı belki bu tartışmalara bakmak.

Kriz yaratacağını, oy kaybettireceğini, zarar vereceğini düşündükleri bir söz duyunca hemen, “Aslında ne demek istediğini” anlatmaya çalışırlar. Sanki bir başka dilde konuşmuş gibi tercümeye kalkarlar. Oysa biliriz ki “zırva tevil götürmez.”

Devlet mitinginin işte böyle birçok zırva boyutu vardı. Önce tüm partileri ve liderlerini bu mitinge destek vermeye çağırdılar. Miting sonrasında bile “Niye CHP, MHP , HDP yoktu?” diye eleştirdiler. Şimdi düşünsenize kürsüde tarafsız ve sivil bir şahsiyet, “1 Kasım seçimlerinde hangi partiden olursa olsun TBMM’ye 550 tane yerli, milli, bedeni ve kalbiyle bu ülke için çalışacak milletvekili göndermenizi istiyorum. Herhalde ne demek istediğimi anlıyorsunuz, değil mi?” çağrısı yapıyor. Herkes anlamıştır sanırım! Muhtemelen bu esnada göz de kırpmıştır!
Bir diğer pek demokrat ve birlik çağrısı yapan kişi, “…O zaman 1 Kasım’a kadar çok çalışacaksınız, bunları baraj altında bırakacaksınız. AK Parti’yi yeniden tek başına iktidar yapacaksınız.

Bu esnada muhalefet partilerine mensup kalabalıklar ve liderleri coşkuyla alkışlıyorlar! İşte tek nefes olmak!

Her şeyden önce İspanya’daki büyük miting üzerinden, artık bir klişeye dönüşmüş olan teröre/şiddete karşı tüm halkın katıldığı mitinglerin işlevsel olmadığı açık. Çünkü bu mitingler geniş kitlelerin katılımı yanında iki koşulu karşılamalı: 1-Kamu gücünü kullanan hükümeti barışçıl çözüm yollarına zorlamak için, hükümetin destekçisi olan kitleyi içermeli. 2-Şiddeti/terörü kullanan gücü, bu yöntemden vazgeçmeye zorlamak için onun dayandığı toplumsal tabanını içermeli. Aksi taktirde bu mitingler tam tersine şiddetin artmasına hizmet eder. Keşke birkaç gazeteci çıkıp miting öncesi ve sonrası katılımcıların miting sonrası hangi duygularla gelip, hangi duygularla “bilendiklerini” sorsaydı. Hele bir de bu mitinglerden mesaj alması gerekenlerden bir taraf “iki milyonluk protesto mitingine” marjinal diyorsa, öbür tarafı da ateşkes çağrısı yapan parti başkanına ikide bir fırça atıyorsa bu miting yapılsa bile işe yarar mı emin değilim! Tabii ki çıkıp kürsüden muhalefet için oy isteyecek halleri yok. Ama şiddetten yılmış geniş kitleleri içini boşalttıkları “terör”, “birlik” ve -sanki istedikleri bir şeymiş gibi- “barış” kavramı üzerinden motive etmeye çalışmaları, muhtemelen Yenikapı’nın görüp görebileceği en bölücü ve tehlikeli mitinge dönüştürdü.

Bu etkinliğin “sivil toplum” adına, onun çağrısıyla ve onun tarafından yapıldığı iddiası ise tüy dikti!

Siyaset bilimindeki tartışma ve eleştiriler bir tarafa bırakılırsa “sivil” ve “sivil toplum”, hep hükümet, devlet ve siyasal olanın dışında tanımlanmıştır.

Sağlam İrade” afişleriyle “sivil” olanla bağı olmadığını ve “AKP uzantısı olduğunu” ispatlamış olan bu platformun çağrısı şöyleydi: “Şer ittifakına İstanbul’un cevabını göstereceğiz. Bütün İstanbul halkını bayraklarıyla beraber omuz omuza, kol kola olmaya, Yenikapı’ya davet ediyoruz.” Şer ittifakından kasıt kimdir acaba? ya da “Bütün İstanbul halkına” kimler dahildir? Herhalde ne demek istediğimi anlıyorsunuz, değil mi?!

Çok uzatmamak için o mitinge katılan yurttaşlarımıza sormak istiyorum;

Devlet Protokolünün ilk üçünün katılıp konuştuğu kamu kaynaklarının seferber edildiği bir etkinlik sivil olabilir mi? Atılan sloganlar önceden belirlenmemiş olabilir mi?

Yarın CHP, MHP, HDP “teröre hayır’’ ya da “barış mitingi” düzenlerse kamu kaynakları aynı şekilde seferber edilir mi? TRT ve diğer tv kanalları, gazeteler aynı şekilde yer verirler mi haberlerinde?

Diyelim CHP Genel Başkanı o mitinge katıldı. O na da kürsüde yer verir miydi platform? “AKP’yi baraj altı bırakın 550 vekil istiyorum” deseydi nasıl bakardınız? Teröre ve şiddete tabiiki hayır. Ama bir barış çağrısı, planı ve mücadelesi olmadan mümkün müdür bu? O kürsüden hamaset dışında buna dair bir şey duydunuz mu?

Daha birkaç gün öncesinde Haziran Hareketi, Barış çağrısı için sokağa çıktı. Tek yapacakları şey basın açıklamasıydı. Size pek kibar davranan polisler, önderlerinizin emriyle izin vermediği gibi, kendisi de bir partinin genel başkanı olan Alper Taş’ı tartakladı. Bu mudur barış isteği? Adalet duygunuz nasıl izin veriyor buna? Cuma çıkışlarındaki üniversite kapılarındaki eylemlerinizi hatırlıyor musunuz? Peki Cumhuriyet mitinglerine nasıl bakıyordunuz?

Aralarında, terörü destekliyor diye inanmanız istenilen birçok meslek örgütünün, partinin, milletvekilinin bulunduğu bir Barış Bloku kuruldu. Bu bloğun yaptığı her eyleme gaz, cop ve suyla müdahale edildi. Bu tarz girişimler bir arada yaşam ve barış için çok önemli değil mi?

Son sürat felakete gittiğimizi, direksiyonda da sizin en çok desteklediklerinizin olduğunu görmüyor musunuz?
Sorular çok…
Bakın sanki karşınızda, “Erdoğan gitsin de isterse ülke batsın” diyen bir kitle varmış izlenimi vermeye çalışıyorlar. Böyle düşünen var mıdır bilmiyorum. Benim çevremde yok... Belki sizin eski ortaklarınız falan böyle düşünüyor olabilir. Varsa da çok güçlü olduklarını zannetmiyorum.

Ama bu ülkenin felaketini asıl, “Erdoğan kalsın da isterse ülke batsın” diyenler getirecek.