Nihayet buluştular. ABD Başkanı’nın bir ara yapmaktan vazgeçtiği Zirve’nin gerçekleşmesinde Kuzey Kore Devlet Başkanı Kim Jong un’un ısrarı etkili oldu. Dolayısıyla tüm dünya “barış” konusunda samimi olan tarafın hangisi olduğunu da gördü. Sadece bu değil, hakkında olmadık “haberler” uydurulan genç liderin bir canavar olmadığı da artık anlaşılmış oldu.

Zirve’nin sonuçlarının pratik yansımalarını göreceğiz tabii. Taraflardan ABD, Zirve’ye “kalıcı bir nükleersizleştirme” sağlama amacıyla gitti, malum. Ama ABD medyasının her şeyi bilen “uzmanları” Kuzey Kore’nin elindeki nükleer programı tamamen durdurması için 15 yıl gerekli olduğunu ileri sürüyorlar. Trump’ın yapacağı şey bu sürenin mümkün olduğunca kısalması. Kim’den talebi bu oldu muhtemelen.

Daha önce de belirtmiştim; iki ülkenin “nükleersizleşmeyi konuşmaktan” anladıkları aynı şey değil. Daha doğrusu Kim, bir nükleersizleşme için ülkesine yabancı yatırımı, ticareti engelleyen yaptırımlardan kurtulmayı şart koşuyor haklı olarak. ABD’nin ise önceliği bu değil. Kuzey Kore’den “kendisinin tehlikeli olduğunu kabul etmesini” bekler gibi adeta. Zirve’de bu konuda ikna edilmesi gereken tarafın Kuzey Kore olduğunu sanıyor ABD. Oysa Kuzey Kore’nin yıllardan beri, o nükleer testleri yapmasına neden olan, 30 bin ABD askerinin Güney Kore’de bulundurulmasına itirazları var. Bir nükleersizleştirme olacaksa Kuzey Kore’ye saldırılmayacağı, etrafının kuşatılmayacağı garantisinin verilmesi şart.

Kim, Zirve öncesi ciddi jestler de yaptı bilindiği gibi. ABD’nin uzun bir süredir propaganda amacıyla kullandığı üç ABD’li mahkûmu salıverdi örneğin. Bu, politik sonuçları Trump’ı ülkesinde zor durumda bırakan bir jestti aslında. Amerikan medyasında Trump’un bu “salıverme”yle ilgili, olarak ne tür tavizler verdiği konuşuldu uzun süre. Oysa bir taviz söz konusu değildi. Zirve’nin gerçekleşmesi için ısrarlı olan Kuzey Kore, bu konudaki samimiyetini gösterecek bir fırsat olarak değerlendirdi üç mahkûmun serbest bırakılmasını.

ABD medyasında Kim’in ciddiyeti sorgulandığında Trump’ın “ben sadece dokunarak da olsa anlarım” demesi, kendisine bir hayli fazla “kıymet” biçtiğini gösteriyor elbette ama bu Kuzey Kore’yi “dünya ailesine” katan ABD Başkanı olma konusundaki hırsının da bir göstergesi. “Sadece ben yaparım” tarzına da çok uygun.

Zirve’de iki ülke heyetleri de görüştü. ABD ekibine Dışişleri Bakanı Mike Pompeo başkanlık yaptı. Trump’ın Kim’e “sonunun Kaddafi’ye benzeyeceği” tehdidini savurmasının üzerinden çok zaman geçmedi ama Pompeo zirve öncesinde “Başkan Trump umut verici bir adım attı” demişti. Pompeo “adımı atan”ın Kim olduğunu bilmiyor olamaz.

Kim’in söz konusu tehdide aldırmayıp, ülkesini her fırsatta savunmaya hazır olduğunu söylemesi, ama bunu yaparken de mutlaka görüşmenin gerçekleşmesi gerektiğini vurgulaması kimse için sır değil.

Zor bir süreçten sonra gelindi Zirve’ye. Örneğin daha geçen yıl Trump, Kim’e “Küçük roket adam” diye hakaret etmişti. Kuzey Kore’den Trump’a verilen yanıtta da “zihinsel sorunları olan, bunak” ifadeleri geçiyordu. ABD medyasının dediği gibi “artık Kim ile Trump arasındaki kelimeler savaşı sona erdi” Zirve sayesinde.

ABD medyası ile “kamuoyu” Kim’e insan hakları ihlallerinin sorulup sorulmayacağını merak ediyormuş. Bu konudaki tahmin Trump’ın bunları dile getirmeyeceği yönünde idi.

Japonya-Güney Kore: Ne istiyorlar?
Zirve’yle ilgili olmayan yok elbette ama özellikle Japonya ile Güney Kore’nin daha fazla ilgisini çektiği çok açık. Her iki ülke Kuzey Kore’nin nükleer kapasitesinin etksizileştirilmesini istiyor. Çünkü bu iki ülke Kuzey Kore’yi bölge için “tehdit” olarak değerlendirdiler hep.

Japonya bir de 1970’ler ile 80’lerde Kuzey Kore tarafından kaçırıldığını iddia ettiği Japon vatandaşlarının durumunun da Zirve’de ele alınmasını bekliyordu. Japonya’nın iddiasına göre en az 12 Japon vatandaşı Kuzey Kore’de “rehin” durumda. Bu konuda Trump’ın ne söylediği de merak konusu.

Bakalım, günlerce merakla beklenen Zirve’den gerçekten somut olarak ne çıkacak.

Bekleyip, göreceğiz.