Bu gün yazmayı düşündüğüm konu hakkındaki açıklamasına bakmak için Twitter sayfasına bakarken Ziya Selçuk’un kendi faaliyetlerinden ziyade Cumhurbaşkanı, Cumhurbaşkanının Eşi, Cumhurbaşkanı Yardımcısı, Cumhurbaşkanlığı Özel Kalem Müdürü, Cumhurbaşkanı Danışmanı, kabinenin diğer üyeleri ve AKP yöneticilerinin paylaşımlarını retweetlediğini fark ettim. Ziya Selçuk, sosyal medya takipçilerini, üyesi olduğu hükümetin faaliyetlerinden haberdar etmeyi görevlerinden biri sayabilir; günlüğüne ne yazdığı […]

Bu gün yazmayı düşündüğüm konu hakkındaki açıklamasına bakmak için Twitter sayfasına bakarken Ziya Selçuk’un kendi faaliyetlerinden ziyade Cumhurbaşkanı, Cumhurbaşkanının Eşi, Cumhurbaşkanı Yardımcısı, Cumhurbaşkanlığı Özel Kalem Müdürü, Cumhurbaşkanı Danışmanı, kabinenin diğer üyeleri ve AKP yöneticilerinin paylaşımlarını retweetlediğini fark ettim.

Ziya Selçuk, sosyal medya takipçilerini, üyesi olduğu hükümetin faaliyetlerinden haberdar etmeyi görevlerinden biri sayabilir; günlüğüne ne yazdığı kimseyi ilgilendirmez. Fakat “@hasandogan Cumhurbaşkanlığı Özel Kalem Müdürü, İlahiyatçı/Hukukçu, Ankaralı, Evli ve 3 Çocuk Babası” adlı bir hesabın Keçiören belediye başkan adayının tanıtım tivitini retweetlemesi kendini politikleştirme girişimi olarak geldi bana. Sanırım böyle düşünmeme, partiler üstü görünme çabası olarak yorumladığım “bir bilim adamı olarak” diyerek başlayıp devam eden konuşmaları neden oldu.

Sonra dönüp Ziya Selçuk’un tivitini paylaştığı kişilerin sayfasına baktım. Gördüm ki Selçuk hariç kimse kendilerine veya temsil ettikleri kuruma ait olmayan içerikleri paylaşmamış. Mesela Berat Albayrak, kayınvalidesi ve kayınpederinin hesabından çıkan tivtleri retweetlemiyor. Emine Erdoğan da kocasının ve damadının tivitini paylaşmıyor. Diğerleri arasında da Selçuk’un etkinlik ve paylaşımlarını kendi takipçilerine yönlendiren yok. Bakmadım ama birçoğunun takipçisi olduğunu bile sanmıyorum.

Kabul etmek gerekir ki Ziya Selçuk toplumdan kendisini de şaşkınlığa uğratan teveccüh gördü. Teveccüh elbette bir beklentinin karşılığı idi. Altından kalkamayacağını anladığında “bu kadar yüksek bir beklentinin oluşması benim sorumluluğum değil” diyerek beklentiyi düşürmeye çalışsa da hâlâ ilgiyle izleniyor. Fakat o bu yoğun ilginin “eğitim bilimci” olmasından kaynaklanan “değer” olduğunu kavramış değil. Belki de bu nedenle ilgisine mazhar olduğu çevre yerine kendini AKP içine atmaya çalışıyor. AKP’nin kariyerini yitirmiş Selçuk’a ihtiyacı yok, aksine bu partinin “eğitim bilimci” Selçuk’a ihtiyacı var. O halde, kurucuları dahil fırsatını bulanın kirişi kırdığı hikayesi bitmiş bir partiye iltisak etmesi akıllı bir davranış olamaz.

Ziya Selçuk, akademik unvanını yaptığı işlere bulaştırmadığı sürece partisi, kimi, neyi paylaştığı bizi ilgilendirmez. Laf arasında ikide bir “eğitim bilimci” olduğunu hatırlatmasaydı bu yazının konusu olmayacak ben de yazmayı tasarladığım konuyu unutmayacaktım. Sanırım Vizyon Belgesi’nin başlıklarından biri olan ve bakanın çok önemsediği Tasarım Beceri Atölyeleri meselesine girecektim.

Her projeye ikna edici hikaye yazmak mümkün; Tasarım Beceri Atölyeleri’nin adı bile hikaye uydurmadan ‘neden olmasın’ denebilecek bir uygulama gibi geldi bana. Uygulanabilirse tabi. Okulların çocuklara yaşam becerileri kazandırmasını kim istemez ki. Fakat bu projenin de FATİH gibi araçsallaştırılacağına dair kuşkularım olduğunu belirtmek isterim.

Pilot uygulama için hazırlanmış bir okulun atölyelerini incelerken beceri kazandırmadan ziyade çocukları meslek eğitimine özendirmenin amaçlandığını hissettim. Atölyeden çok örnek daire ankastresini çağrıştıran malzemelerin hangi beceriyi kazandıracağını anlamadım. Eğer her okulun gördüğüm 7 atölye standartlardında atölyelere sahip olacağı düşünülüyorsa bu hayal ötesi birşey olur. Normal eğitime geçme iddiası korunuyorsa 7 sınıfını atölyeye ayıracak okul yok bu ülkede. Bakanın, şarjlı tornavidalı tezgahlarla donattığı atölyeleri, bıçağını büküp matkap ucu yapan Köy Enstitülerine benzetmesini ise yadırgadım doğrusu.