Dakikalarca konuşmadık. Kendi kafamızda inşa ettiğimiz imparatorlukta cirit atıyorduk

Ziyan olduk Mithat

> SİNEM SAL @sinemsal

Keşke Mithat’ı anlasaydım. O zaman elindeki bal kavanozu kırılmazdı ve yere dökülen yapış yapış balı dakikalarca temizlemek zorunda kalmazdık. Eğer Mithat’ı anlasaydım, mahalleden taşınırlarken bindiği kamyonun arkasından bana el sallardı. Yani ben Mithat’ı anlasaydım, hayat bayram olmazdı ama bayramda bize gelirlerdi. Ama ben Mithat’ı anlamadım. O da beni. Mithat, elinde bir kavanoz dolusu balla bizim bahçeye girdi. Çirkin bir çocuktu. Biçimsiz saçları vardı ve alnına yapışırdı. Küflü peynir gibi kokardı hep. Eşofmanının ağı yırtıktı. Bu bize onun ailesiyle ilgili yeterince bilgi verirdi. Futbol oynanacaksa, Mithat kale direği olurdu. Fazladan büyük taş bulmuşsak, ona ihtiyacımız kalmazdı. O zaman kız kardeşimle birlikte kenara oturur taraftar olurdu.

Elindeki kavanozla dikkatimizi çekmek için her şeyi yaptı. Yazın sıcağıydı ve kimsenin kimseyle ilgilenecek hâli de yoktu doğrusu. Mermer balkona oturmuş ayaklarımızı sallandırıyorduk. Sinekler filan konarsa, az onu kovalıyor, sonra yeni bir rehavetin koynuna atılıyorduk. Oturduğumuz mermer duvardan bakınca bahçedeki ağaçların arkasında yükselen dört beş mozaik taşlı binanın pencerelerini gözetleyebiliyorduk. Okul zamanında yorucu, tatil günlerinde bunaltıcı günlerimiz olurdu. Dakikalarca konuşmadık. Kendi kafamızda inşa ettiğimiz imparatorlukta cirit atıyorduk. Kimse onunla ilgilenmeyince konuşmaya karar verdi Mithat. Ben dedi bu balı alıp şimdi şuraya dökersem, belki arılar gelir. O zaman buradaki çiçekleri gören arılar, kendi arı arkadaşlarını da çağırırlar ve bahçemizde çok bal, çok çiçek, çok arı olur dedi.



Hiçbir şey söylemedik. Ayaklarımızı mermer balkonun aralıklarından sarkıttığımız ayaklarımızı sallamaya devam ettik. Mithat, tam balkonun altına geldi. Elindeki kavanozdan yere damlatıp beklemeye başladı. Yağdan parlayan saçlarının arasında gezinen parmaklarına izliyordum. Yukarıdan bakmak bende hep aşağı atlama hissi yaratırdı. Mithat’ın omuzların atlayasım vardı ama ben zararlı çıkardım bu işten. O yaz günü, Mithat balkonun altında inat etti. Yabani bahçemizi kendince cennete çevirecekti. Kararlıydı.

Daha on dakika bile olmamıştı. Kardeşimle geldiğimiz yer, sıkıntının zirvesiydi. Sıkıntıda ne yapılsa yeriydi. Arkamı döndüm. Annemin çömlek saksıdaki çiçeklerinden birini alıp mermer balkondan dışarı uzattım. Saksı iki elimin arasındaydı. Biraz daha tutabilmek için aşağı hiç bakmıyordum. Parmak uçlarımda durduğumdan ayaklarım hafif hafif titremeye başlamıştı. Mithat, diye bağırmıştım, al sana çiçek! Küt diye yere bıraktığım saksıdan sonra Mithat’ın çığlığı geldi. Kafasını sıyırıp geçen çömlek saksının parçaları da gözüne falan batmıştı. İçeri geçip uyuyor taklidi yapsam da annemden dayak yemiştim o akşamın sonunda.

Mithat, bir daha bizim bahçeye gelmedi. Romantizm olsun diye söylemiyorum ama bana bir şey öğretti. Bir yeri kendi cennetine çevirmek isteyenlerin, zerre kadar umudu, hevesi, inancı varsa kırmayacaksın. Sonra cennet başka yerlere taşınır. Buna tanık olmak zorunda kalırsın.

Mithatlar o yaz sonunda mahallemizden taşındılar. Çok fakir olmuşlar. İnsanlar çok fakir olunca taşınırı, onlardan birkaç sene sonra biz çok fakir olup taşındığımızda öğrendim. Kamyonun arkasında oturmuştu. Bir el bile sallamamıştı.