Bilim, sık sık hataya düşse de kendi iç düzeltme mekanizmaları sayesinde hatalardan kurtulup, baş döndürücü hızda ‘gerçek olana’ odaklanabiliyor, birçok gizemi kısa bir süre içinde aydınlatabiliyor.

Zor sorunlara kolay cevaplar aramak

İnsan, meraklı bir hayvan türü. Tüm memeli hayvanlar gibi; çünkü meraklı olma ve sonrasında bu merakı tatmin etme ihtiyacı/güdüsü, memeli hayvanların çok yeni yaşam alanları ve besin kaynakları keşfedebilmesini sağlayan, çok daha karmaşık ilişkiler kurabilmesini mümkün kılan, evrimsel açıdan oldukça avantajlı bir özellik. Tabii ki “Fazla merak kediyi öldürür” tarzı, merakı yerdiği için bence tehlikeli olan; ancak özünde, meraklı olmanın evrimsel açıdan potansiyel tehlikeleri olduğunu da hatırlamamızı sağlayan atasözleri ve deyişler bulmak da mümkün.

Tehlikesi olsun olmasın merak, insanın içinde bulunan en temel duygulardan birisi. Bu merakı tatmin edemediğimizde neler olduğunu bilirsiniz. Tuhaf bir rahatsızlık hissiyle kaplanırız. Gece rahat uyuyamayız. Sanki her an bir şeyler olacakmış gibi hissederiz ve bu, bize huzursuzluk verir. Kafamıza takılan soruları, merak ettiklerimizi öğrenmek zorundayızdır. Bu merakı tatmin etme arayışı, günlük yaşamdaki sıradan bir dedikodunun nereye varacağı gibi bir konu da olabilir, Evren’in nereden geldiği gibi devasa bir soru da…

MERAKIMIZIN TEK CEVABI VARDIR

Merakı tatmin etme arayışının bir tehlikesi, merakımızı tetikleyen sorularla ilgili aklımıza gelebilecek her türlü cevabın, o merakı gerçek anlamda tatmin eden cevaplar olduğu sanrısına düşebiliyor olmamızdır. Çünkü genelde merak ettiğimiz şeylerin gerçekte 1 cevabı vardır; ancak biz, o gerçeği bilmediğimiz için, ona yönelik yüzlerce farklı cevap uydurabiliriz. Bunların birçoğu bize ilk etapta (ve hatta üzerinde epey bir düşündüğümüzde de) makul cevaplar gibi gelebilir. Bunda bir sorun yok. Sorun, o cevaplardan bizi en çok tatmin edeni sınamadan, doğrulamadan, belki o konuda uzman bir bilene danışmadan, “nihai doğru cevap” gibi görerek, merakımızın peşinden gitmeyi durdurmamızdır. Yani merakımızı tetikleyen zor bir soruya, kolay bir cevap bulduğumuzda, bundan tatmin olarak, gerçek cevabı aramamamız veya “aradığımız cevap” olduğunda karar kıldığımız açıklamayı irdelemememizdir.

Felsefede, herhangi bir nedenle merakın peşinden gitmeyi prematüre bir şekilde, gereğinden erken durduran düşünce sistemlerine, ideolojilere ve yaklaşımlara, analitik felsefeci Alvin Plantinga’nın deyimiyle bilim durdurucu (İng: “science-stopper”) demek mümkün. Bunlar, çoğu zaman dogmatik düşünceler oluyor; örneğin evrim, bir gerçek. Ancak buna rağmen, var oluşa yönelik merakımızı, lehine hiçbir bilimsel veri olmamasına rağmen, yoktan birdenbire var oluverme anlamında bir yaratılış izahı ile açıklamaya çalışmak, bilimi durduran bir düşünce. Çünkü bu açıklama üzerine bilimsel sorgulamalar inşa edemiyoruz, sadece vahiy yoluyla bilgi edinebiliyoruz ve dolayısıyla bilimimiz bu tür açıklamaların kabul edildiği alanlarda durmak zorunda kalıyor. Benzer şekilde, çok geniş bir merak setinin hepsinin cevabının aynı “şey” olduğunu söylemek de, genellikle bir bilim durdurucu olarak görülüyor.

Ancak bilim durdurucular, hele ki sosyal alanlarda faaliyet gösterdiğinde, bundan çok daha derin ve tehlikeli de olabilir: Örneğin komplo teorileri, karmaşık dünya problemlerine, gerçek olmayan açıklamalar uydurarak halkın merak duygusunu uyuşturur, böylece bilimsel sorgulamanın önüne engeller çeker. Tüm bunlar, genellikle ‘istenmeyen felsefi tutumlar’ olarak değerlendirilir ve bunlardan uzak durmaya çalışırız. Benzer şekilde, demokrasi gibi, yapısal olarak demagogların daha başarılı olacağı biçimde tasarlanmış, hatalı ve zayıf sistemler, zor sosyal problemlere kolay yanıtlar arayan sözde liderler tarafından işgal edilmiş haldedir. Henüz işgal edilmemiş olanların da yarın bu tür kişilerce işgal edilecekleri neredeyse kesindir. Bu tür sözde liderler, toplumun karmaşık dinamiklerinden doğan zor soruların hepsinin çözümünün kendilerinde olduğunu ileri sürerek, halkı aldatmaktadır. Güçlü ve yerleşik bir eğitim sisteminin olmadığı coğrafyalarda, halkın “Bir an önce dertlerimiz çözülüversin” güdüsü ile bu tür bilim durdurucuları başa getirmesi, işten bile değildir.

BİLİM GERÇEK OLANA ULAŞIR

Bunu, koronavirüse bağlayacağım: “Neden koronavirüs anlatmayı bıraktın?” diyenler oluyor bazen. Bırakmadım, halen sosyal medya hesaplarımda gidişatı yorumluyorum mesela. Ama anlatacağım kadar, daha doğrusu halkın genelini ilgilendirecek kadar önemli gelişmeler azalmaya başladı. Çünkü bilim, sık sık hataya düşebilse de, kendi iç düzeltme mekanizmaları sayesinde bu hatalardan hızla kurtulup, baş döndürücü bir hızda “gerçek olana” odaklanabiliyor ve başta birçok kafa karışıklığı ve soru işareti olan konulardaki birçok gizemi kısa bir süre içinde aydınlatabiliyor. Hele ki ona yeterince değer veriliyor ve maddi kaynak ayrılıyorsa… Dolayısıyla virüsün genel doğasını, genel yayılma özelliklerini, genel etkisini artık oldukça iyi bir şekilde biliyoruz.

Bu demek değil ki daha öğreneceğimiz dağlar kadar konu yok. Örneğin Açık Okuma Çerçeveleri (ORF) adı verilen gen bölgelerindeki mutasyonların virüse etkisi nedir (şimdilik, muhtemelen pek bir etkisi yok)? Çocuklar, bu virüsten sandığımızdan çok daha fazla etkileniyor olabilir mi (muhtemelen evet)? Damlacıklara ek olarak aerosoller önemli bir yayılım mekanizması olabilir mi (muhtemelen evet)? Aşı, ne zaman hazır olabilecek (muhtemelen daha epey bir süre var)?

Bu ve bunun gibi onlarca soru var; ancak temel konulardaki sorularımızın cevapları, giderek daha az miktarda değişmeye başladı; çünkü bilim, bu zorlu konuyu güçlü avuçları arasına aldı ve aydınlatmayı başarıyor. Baştaki kaos ve belirsizliğin büyük bir kısmını bilim sayesinde aştık. Cevapladığımız sorular, yepyeni sorular doğurdu ama bunların teknik detay düzeyi, halkın genelinin ilgisini çekenin epey üstünde, dolayısıyla bunları aktif olarak anlatsak bile, pek ilgilenilmediğini görüyoruz. O nedenle halkı doğrudan ilgilendiren, “kolay hap” şeklinde sunulabilecek gelişmeler olmadığı sürece, durmaksızın koronavirüs anlatmanın faydalı bir bilim iletişimi olmadığını düşünüyorum. Ancak önlemler durmaksızın hatırlatılmaya ve yasal yollarla uygulanmaya devam edilmeli.

VİRÜS HÂLÂ YAYILIYOR

Baştan beri büyük oranda doğru tespit ettiğimiz hiçbir şey değişmedi: Virüs halen yayılmaya devam ediyor (sonbahar ve kışın çok büyük ihtimalle daha da hızlanacak ve griple bir arada yıkım yaratacak), aşı olmadan sürü bağışıklığına ulaşmak halen hayal, halen hijyen ve sosyal mesafelendirme bu virüsün tek idare yöntemi. Hastalık halen çok sistemli sorunlara neden oluyor, yani kalbinizi, sinir sisteminizi, solunum sisteminizi bir bütün olarak bozabiliyor. Halen öldürücülük oranı her 1000 enfeksiyonda 7 düzeyinde. Halen hastalığı atlatanların bir kısmı, uzun süreli sorunlar yaşamaya devam ediyor. Halen düzgün önlem alındığında salgın küçülüyor, bu önlemler gevşetildiği anda büyüyor. Bu dün de böyleydi, bugün de böyle, Türkiye’de de böyle, Almanya’da da böyle… Bilimin açıklayıcı gücünü veren de zaten bu.

Pandemiler gibi büyük sorunların kolay cevapları yok. Bilim, birdenbire gelip de salgını çözüverdiğini ilan etmeyecek; bilim, böyle çalışan bir şey değil! Ve biz insanlar da, bilimden bu tip beklentiler içinde olmamalıyız. Bilimin uğraştığı konular çok karmaşık ve zorlu, dolayısıyla cevaplar da karmaşık, zorlu, can sıkıcı olabiliyor. Yapacak bir şey yok. Evren’in ne ve nasıl olması gerektiğini biz belirlemiyoruz; dolayısıyla bu Evren’e sorduğumuz sorulara bilim yoluyla aldığımız cevapların ne olacağını seçebilecek olanlar da bizler değiliz. Bu yöndeki “kolay cevaplar ve hızlı çözümler” bulma arzumuzun, “bilim durdurucu” bir arzu olmadığından her zaman emin olmalıyız.