Zoraki Atatürkçülük, siyasal İslam ve muhalefet

Erdoğan, 2019 ayarlı ‘Atatürkçülük’ düğmesine basmasının ardından, AKP’nin ‘Atatürkçülüğü’ 10 Kasım vesilesiyle coşturuluyor. Bazı AKP örgütleri, Anıtkabir’e ziyaret çağrısı yapıyor, yandaş medya manşetleri Atatürk’le dolup taşırılıyor.

Bu hamle, 16 Nisan ve 2019 arasındaki ilişki içerisinde anlam kazanıyor. Erdoğan, referandumda –YSK marifetiyle sonucu değiştirmiş olsa da- kaybetti. 2019’a giderken bunu telafi etmeye çalışıyor. HAYIR’ın yüksek çıktığı yerlerdeki Belediye başkanları görevden alındı. Parti içinde tasfiyeler ve yenilenme çabaları sürüyor. Atatürk’e yönelik sahiplenme de bundan bağımsız düşünülemez.

Atatürkçülüğü bir taktik olmaktan öte zorunluluk haline getiren faktörlerden birisi Meral Akşener’in çıkışı. Cumhuriyetçi sağ kesimler 2002’den itibaren siyasal İslamcı hegemonyanın içinde eritilebildi. Ancak bunun giderek zorlaştığı referandumda açık biçimde görüldü. Siyasal İslamcı rejimin süreklileşmiş kriz içinde şok dalgaları ve baskıyla sürüklemeye çalıştığı milliyetçi-muhafazakar kitle içinde en ciddi kırılma 16 Nisan’da belirginleşti. MHP ittifakına rağmen yaşanan küçülme ve daha önemlisi bunun karşısında Akşener’in yelkenlerini doldurmaya başlaması, referandum sonrasında yeni bir stratejiyi gerekli kıldı. İyi Parti, AKP tabanına seslenebilme potansiyeli nedeniyle 2019 öncesinde en önemli risk olarak öne çıkıyor. Erdoğan, bu riski bertaraf etmek için Atatürk üzerinden merkezi doldurmaya yönelik bir söyleme başvurarak, Partisini de bu yönde harekete geçiriyor. Bu bir yanıyla içermeye dair bir hamle. Milliyetçi-muhafazakar tabanın parçalanmasının önüne geçmeyi ve kendi dışında bu alana yönelen hamleleri kırmayı amaçlıyor.

AKP’nin 2019 stratejisindeki noktalardan birisi de HAYIR’ın ilerici dinamik kuvvetini etkisizleştirmek üzerinden şekilleniyor. Referandum döneminde de bu yapılmaya çalışılmış ancak başarılamamıştı. Erdoğan bu kez kontr-politika ile bu ilerici dinamiği pasifize etmeye yöneliyor. 10 Kasım vesilesiyle bugün yaptığı konuşmasında sarfettiği "Atatürk’ü Marksistlere bırakacak değiliz" sözleri tam da bunu ifade ediyor. Bu sadece Atatürk üzerinden işleyen bir strateji de değil. Erdoğan son dönemde adeta muhalefet liderliğine soyunuyor. Bu sorumluluğu üzerinden atmanın ötesindeki bir duruma işaret ediyor. Bir yandan halkın tepkisini çektiğini düşündüğü meselelerde muhalefet yapıyor kimi zaman düzeltme talimatları vererek tam da 2019 Başkanlık seçimlerine uygun biçimde, kendisini eleştiri alanının dışına doğru taşımaya çalışıyor. Bu şekilde muhalefetin argümanlarını da eritmeye çalışıyor.

Bu hamleler AKP’nin yeniden merkeze yönelme ihtimali üzerinden bir tartışmayı da gündeme getiriyor. Kimileri bunu 2002’ye geri dönüş olarak da tanımlıyor. Bir bakıma AKP’nin –bu kez Atatürk üzerinden sergiledği taktik- perdesi bir kez daha gerçek algılanılarak bunun üzerinden tartışılıyor. Siyasal İslamcı rejim Kemalizm karşıtlığı üzerinden şekillendi. Anti-Kemalizm bir dönem siyasal İslamla liberallerin ittifakını da mümkün kılan bir faktör olduğu gibi, AKP’nin devleti ele geçirme sürecindeki mevzi savaşlarının manivalası olarak kullanıldı. Tarikatlar-Cemaatlar koalisyonu her aşamada bu temelde, Cumhuriyet’i yıkarak bir din devleti kurma hedefiyle konsolide edildi. Bugün Siyasal İslamın hegemonyasını kaybettiği bir kriz dönemindeyiz. AKP uzun zamandır şiddet ve baskı dozunu arttırarak, Başkanlık Sistemine geçişle tek adam diktasını kurumsallaştırarak iktidarını sürdürmeye çalışıyor. Bu hamlelere krizi çözmeye yetmediği gibi kriz giderek hem içerde hem de dışarıda daha da sıkıştığı bir noktaya evrildi. Cephe genişletme, karşısındaki cepheyi zayıflatma ihtiyacı yakıcı bir noktaya gelmiş durumda.

Sonunda Türkiye’nin siyasal İslamcı faşizme sürüklenme süreci tam gaz devam ettirilecek. Durum biraz bugün İmam Hatip bahçesindeki Atatürk gösterisine benziyor. AKP, yeni sınav sistemiyle İmam Hatipleri mecburi istikamet haline getirirken bahçelerinde Atatürk kareografisi sergilemekten de geri durmuyor! Bunlara D.Perinçek dışında kimsenin inanacağı yok! Muhalefet hareketi açısından asıl tartışılması gereken, siyasal İslamcı rejim karşısındaki Cumhuriyetçi, ilerici direnme eğilimlerinin politik seçeneğinin inşa edilebilmesi. Gezi’den HAYIR hareketine parlayan siyaset arayışına yanıt verilemediği noktada ilerici kitlenin siyasal İslamcı rejim karşısında eski düzeni savunmayla sınırlı ya da çıkışı –son dönemde Akşener hareketine bakışta görüldüğü üzere- sağda gören savrulma içine girmesi bir zoraki sapma olarak gerçekleşebilir ihtimaldir. Erdoğan’ın yığınak yaptığı alandan oluşturduğu stratejiye yanıt vermek aynı düzlem içinde laf yetiştirmeden ibaret olduğu sürece ona güç vermeye devam edecek. Öyle ki Erdoğan’ın Atatürk üzerinden başlattığı tartışma laf yarışına hatta solun Atatürk üzerinden yeni bir Kemalizm tartışmasına kadar uzanabiliyor. Bu her şeyden önce muhalefetin kendi stratejisine sahip olmamasından kaynaklanan bir durum.

MİLYONLARIN ARAYIŞINA YANI VERECEK BİR SEÇENEK YARATMAK

Siyasal İslamcı hegemonya kırıldı ve rejim çürümeye başladı. Erdoğan’ın taktikleriyle bunu aşabilmesi de mümkün görünmüyor. AKP-MHP ittifakında şekillenen İslamcı-milliyetçi cepheleşme bugün iktidarı sürdürme imkanı sunabilse de yeni bir hegemonik merkez olabilme potansiyeline sahip değil. Akşener’in yeni merkez tanımlaması muğlak olmakla siyasal İslamın sonrasına ya da öncesine dönüşü değil, onu kaynaştıracak bir melezliğe işaret ediyor. Akşener bu anlamda AKP’nin alternatifi değil onun bir başka versiyonu olarak biçimleniyor. Siyasal İslamı da dışlamayan ama onu Cumhuriyetçilikle de kaynaştıracak esnekliğe sahip bir versiyon. CHP’nin topluma müstakil bir vaadinden ya da projesinden söz etmek ise mümkün değil. CHP daha çok Akşener'le birlikte oluşturulacak yeni merkezin bir tamamlayıcısı olarak konumlanıyor. 2019’a giderken tüm güçler yığınakların bu projeleri doğrultusunda yapmaya çalışıyor. Muhalefet hareketi bunun gerisinde kaldığı, topluma bir seçenek sunamadığı oranda etkili olma imkanına da kavuşamıyor. Politikleşmenin sağ savrulmalar ya da eskiye yönelik nostaljik zeminlerde kendisini ifade etmesi bu yoksunluğun bir sonucundan başka bir şey değil. 2019’a giderken değişim isteyen, siyasetini arayan milyonların arayışına yanıt verecek bir politik seçenek ortaya konulamadığı sürece bu direnme potansiyelinin dağılmasının önüne de geçilemez.

2019’u bir an olarak görmeyen bugün toplumu boğan gericileşme dalgasına ve yoksullaştırmaya karşı doğru ataklar yapılabildiği, siyaset bu zeminlere taşınabilidği ve bu yolla AKP’nin kendi yığınak alanları üzerinden yükselttiği saflaşma eksenleri kırılabildiği oranda bunu başarmak mümkün. HAYIR’ı çoğaltmak ama HAYIR’la yetinmeyen, siyasal İslamın sonrasını işaret eden bir gelecek umudunu toplum içinde çoğaltarak başarabiliriz