Zorbalar çağı biterken…

Norveç’in başkenti Oslo’nun 15 km. kadar kuzeydoğusundaki bir banliyöde yaşayan dört çocuk var: 8-9 yaşlarındaki Aisha, 9 yaşındaki Ida, onun 12-13 yaşlarındaki otistik ablası Anna, Anna’yla aynı yaşlardaki Benjamin. Bu çocukların ilginç bazı yetenekleri var; Aisha ve Anna telepatiyle bağlantı kurabiliyor, Benjamin nesneleri zihin gücüyle hareket ettirebiliyor, Ida da bazı durumlarda bağırarak bir şeyleri kırabiliyor. Bu dört çocuk, Afrika kökenli göçmen bir ailenin kızı olan Aisha, sapsarı İskandinav bebeleri Anna ve Ida, ve son olarak esmerliğine bakılırsa Balkanlar ya da Ortadoğu’dan gelen bir erkekle Norveçli bir kadının çocuğu olan Benjamin, tam bir ‘mikro-Norveç’ oluşturuyor.

Norveç Sineması’nın son dönemine yaratıcı senaryolarıyla damgasını vuran Eskil Vogt’un 2021 tarihli filmi De Uskyldige/Masumlar’da, bu çocuklar üzerinden toplumun kuruluşuna ve dünyanın olası geleceğine dair bir alegori izliyoruz. Küçük canlılara zarar vermekten zevk alan Benjamin’in dehşet boyutu giderek artan şiddet eğilimi, mutsuz ve zorba annesiyle açıklanıyor; ‘her zorbanın bir zorbası vardır’. Ama ablası Anna’nın otizmine rağmen mutlu ve dengeli bir ailede büyüyen küçük Ida’nın şiddet eğilimini açıklamak, Benjamin’de olduğu kadar kolay değil. Orada da Jung’un Analitik Psikoloji kuramları yardımımıza koşuyor: Ida’nın şiddet eğilimi dürtülerine egemen olmayı henüz bilmemesinden, henüz persona ve ‘gölge’sini -vahşi, karanlık, onaylanmayan, bastırdığımız toplumdışı yanımız- oluşturamamış olmasından kaynaklanmaktadır.

Bu çocukların yeteneklerini keşfederek benliklerini oluşturması üzerinden ilerleyen film, kısa sürede bir korku öyküsüne dönüşür: Elindeki güçle sadist bir zorba haline gelen Benjamin, banliyö mahallesini tamamen kendi arzularına göre biçimlendirmek için cinayet işlemeye başlar. Aisha ile Anna işbirliği yaparak bu zorbalığı durdurmaya çalışırken, Ida da zamanla iyilik ve kötülüğün farkını görüp bir taraf seçmesi gerektiğini anlar.

Hikâyenin akıllı telefonların henüz hayatımızı işgal etmediği bir dönemde, günümüzden en az 13-14 yıl öncesinde geçiyor olması bence filmin en önemli yanı. Böylece, bugün yirmili yaşlarında olan bir kuşağın iyi ile kötü arasında yapacağı seçimlere dair iyimser ve umutlu bir bakış açısıyla karşılaşıyoruz: Zorbalığa tahammül eden, hatta zorbalığı özellikle seven kuşakların oluşturduğu dünyayı yıkıp yeniden kurma gücüne sahip, zorbalığa karşı bir kuşak geliyor. Ve işin en güzel tarafı, bu gelişin bizim inanıp inanmamamızla bir ilgisi yok!

***

“Yav, bizim bi çavuş vardı, şerefsiz bi keresinde beni öyle bi dövmüştü ki… Ama çok baba adamdı yav!”

Türkiye’de, belli bir yaşın üstündeki eğitim seviyesi düşük erkekler arasında böyle saçma bir muhabbet döndüğünü biliyorsunuzdur. Bugün içinde bulunduğumuz politik karmaşanın nedenleri arasında işte bu kitlenin özel bir yeri var. Bu, dayağın cennetten çıktığına, su getirmeye giden çocuğun testi kırılmadan önce dövülmesi gerektiğine, hocanın/öğretmenin vurduğu yerde gül biteceğine inanan, övüne övüne “Biz çocukken dayak yediğimiz için ağlamazdık, ağladığımız için dayak yerdik.“ diyebilecek kadar irrasyonel bir kitle…

Sokak röportajlarında ekonominin çok iyi olduğunu, halimize şükretmek gerektiğini söyleyip “Çıkar göster telefonununu!” diye gençlere çemkiren orta yaş üstü adamlar var ya, bunlar onlar işte! ‘Kızını dövmeyen dizini döver’ kitlesi, ‘Kadının karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmeyeceksin.’ veya ‘Oğlan olsun deli olsun, ekmek olsun kuru olsun.’ kitlesi olarak da tanımlanabilecek bu toplum parçası, “Her zorbanın bir zorbası vardır.” tespitinin denenmiş ve onaylanmış karşılığıdır.

İşte bu adamlar ve onların yumruklarıyla yönlendirdiği kadınlar, Recep Tayyip adlı bir çocuğun korku filmlerine yaraşır bir şiddet görmesini anlayışla karşılayabildikleri için, RTE’nin zorbalığını da onaylayabiliyorlar. 14 yaşında bu ülkenin polisi tarafından öldürülen Berkin’in çocukluğu bu yüzden önemsiz onlar için… Ali İsmail’i hep birlikte döverek öldürenler de onlar aslında, çavuştan yediği dayağı ballandıra ballandıra anlatan bu kitle…

Sağlıklı bir persona-gölge ayrımına gitmesi babası ve devlet babası tarafından sürekli engellenmiş bu kitlenin hiç sevmediği yeni bir kuşak geliyor. Ali İsmail ve Berkin’in arkadaşları geliyor. Zorbalar istese de istemese de, bu ülkenin umutsuzluk çukuruna düşmüş iyi insanları inansa da inanmasa da, geliyorlar.