Dün Pazar Eki’ndeki yazımı şöyle bitirmiştim:
“Geçen yıl ODTÜ Vişnelik toplantısında Birleşik Haziran Hareketi tam da bugünler öngörülerek yapılan bir çağrıyla kurulmuştu. Ya o kuruluşu tamamlayacağız ya kuruyup kalacağız…”
Sesimizi birlikte çoğaltacağımız toplumsal muhalefet güçleriyle eleştirel bir dayanışma içinde olmaya artık sadece gönüllü değil mecbur olduğumuzu da bilmeliyiz. Bunların bir kesimi CHP bünyesinde bir kesimi HDP bünyesindeler…
Elbette elde var yüzde 25 (CHP) artı yüzde 10 (HDP) ötesinde düşünmemiz lazım. Sosyalistler bu yarışa girmemişti (girseydi ne olacaktı?) ama “Birinci Dünya Savaşında Almanya yenilince biz de yenilmiş sayıldık” zırvasındaki gibi CHP ve HDP yenilince biz de yenilmiş sayıldık diye mi zırvalayalım? Mahallemizdeki bakkal, komşularımız “bizleri” de yenik sayıyor! Çünkü öyle inanıyorlar ve kısmen de öyle...
Şunu da bilelim, CHP’ye ve HDP’ye vurarak birleşik bir muhalefet olamaz. Şimdi zaten gün o gün değil. Umarım iki parti de AKP’yi bırakıp birbirlerine vurarak puan alma hesabı yapmazlar…
CHP öncelikle “Sünni AKP, Alevi CHP” denklemini, imajını bozabilmeli. HDP de elinden geldiğince “Türk AKP, Kürt HDP” denklemini…

CHP’nin bu denklemi bozmasındaki çare elbette Alevileri dışlamak veya Sünni kimliği öne çıkarmak olamayacaksa, tek çare var ki o da yoksulların partisi, halkın partisi kimliğine ağırlık vermek. Nerede mazlum var, onun yanında olabilmek… Yani kendi çapında ve fıtratında CHP’nin de Haziranlaşması şart… (Tarık Şengül “HDP’nin Kürt muhafazakâr seçmenine yönelik başardığını CHP’nin niçin batıda başaramadığını açıklamak gerekiyor” diye yazdı. HDP bunu Kürt kimliğiyle başardı, ama CHP Türk kimliğiyle başaramaz, emekten yana kendisini çoğaltarak, muhafazakâr emekçilere de seslenebilir.)
“Türk AKP, Kürt HDP” denklemini bozabilmek için HDP ne yazık ki yeterince Türkiyelileşemedi, kendi mecrasında (doğal olarak) Kürdistanlaşırken Ortadoğu siyasetiyle kuşatıldı. PKK bir Ortadoğu gücü ve o düzlemdeki ittifaklarla hareket ediyor. HDP ise PKK’den farklı olarak ve hatta çoğu kez ona rağmen kimlikçi değil tüm emekçilere seslenebilen ve bu anlamda inandırıcı parti olabilirse, Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan kendi muhafazakâr-emekçi seçmenine bile inandırıcı olmayı sürdürebilir. PKK yakın zamana dek HDP’nin yükselişinde önemli etkendi ama bundan böyle artık HDP’yi etkisiz eleman haline getirecek işler yapmıyor mu? PKK/PYD Ortadoğu misyonlarına ağırlık verse bile bu düzlemde AKP faşizmini ancak IŞİD üzerinden yıpratabiliyor. IŞİD’e karşı elbette “parlamenter” mücadele verilemez, ama madem Türkiye’deki talepleri artık sistem içi ve Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı (AYÖŞ) düzleminde bir özerklik, bıraksın o işi de HDP halletsin… Aksi halde ABD’nin dayatmasıyla Kürtlere, ancak ülkede ve bölgede Barzanileşmeleri ölçüsünde şans tanınıyor.
İşte bu faktörler hesaba katılarak CHP ve HDP’ye iltihak etmeden ve fakat özellikle seslerini bizlerle çoğaltmak isteyenlerine bu imajlarından (niyetlerinden) uzaklaşabilmeleri için yardımcı olmalıyız. Çünkü hem iktidar hem sokaktaki cihatçı-faşistler parti kimliğine bakmıyor, kendisinden olmayan herkese saldırıyor.
Unutmayalım. Bu coğrafyada beklenmedik zamanda bulutsuz gökyüzünde şimşekler çakmasına tanık olduk, ama görevimiz öyle bir şimşeğin çakması için tevekkülle dua etmek, şimşek duasına çıkmak değilse eğer, o kıvılcımlanmayı hazır etmektir ve şimşeklere hazır olmaktır.

Zaten ajite haldeyiz, kendimize ajitasyon yapmamızın ve bilinen sözlerimizin ve çarelerimizin ötesinde, hep birlikte yeni durumdan yeni görevler çıkarabilmeliyiz. Yeni Türkiye, bunu gerektiriyor!

Hiçbir şey bizim yüzümüzden olmadı, bütün bu felaketlerin sebebi kesinlikle bizler değiliz. Kendimizi suçlamayalım.
Sokakların asıl gücünü, o sokaklarda yaşayan hane halklarından aldığını unutmadan görevlerimizi yeniden tanımlayalım. Evet, o sokaklar, bağırıp çağırmaktan öte, öncelikle o sokaklardaki evlerin kapısını çalmak ve buluşmak için lazım…
Yine o buluşmaları yapmak için “beklersek” asıl felaket işte o zaman gelecek. Çünkü seçim gecesinde de söylediğim üzere, her zaman bir “yarın” olur ve dolayısıyla “bugün” hep yarım kalır. Kendi yarınlarımızı ve yarımlarımızı tamamlamak ve onların heveslerini yarım bıraktırmak şartsa…
Birinci görevimiz ayakta ve hayatta kalmak. Yani: Yaşamak hemen şimdi! Teslim olanlar en kısa sürede infaz edilirler. Ve yaşamak için direnmekten başka çaremiz yoksa...
Görev, evet, öncelikle fiili açık faşizm karşısında kendimizi, sokaklardaki kapıları birer birer çalarak, tamamlamakta…