Birleşik Haziran Hareketi mahalle meclisi toplantılarından birinde bir öğrenci velisi, çocuğunu zorunlu din dersinden muaf tutmasını sağlayacak yasal dayanakların olup olmadığını sordu. Veliye, sorunun insan hakları ve hukuk yoluyla çözümüne yanaşmayan bir iktidarla karşı karşıya bulunulduğu, bundan dolayı (Pazar günü yapılacak Kadıköy mitingi ile 13 Şubat Laik, Bilimsel Eğitim İçin öğretmenlerin iş bırakma, öğrencilerin okul boykotuna atıfta bulunularak) mesajın siyasetin anlayacağı dilde iletilmek üzere eylem kararı alındığı yanıtı verildi.

Zorunlu din dersi, Anayasa hükmü haline getirildiği 1982’den beri siyasi tercihler arasına girdi ve eğitimsel zeminde ele alınma hakkını yitirdi. Öyleyse zorunlu din dersine karşı itirazın siyasi zeminden iletilmesi en doğru yol. Doğru yol bu çünkü eylem, hukuktan anlamayana hukuku anlatmanın en etkili hukuki yollarından biridir.

AKP’nin zorunlu din dersi uygulamasındaki ısrarı, temel insan hakları ve evrensel hukuk kurallarına aykırı. Onun hukuku yok sayması, yargı dışında hak arama yollarına başvurulması bu konuda yasal dayanak bulunmadığı anlamına gelmez: Türkiye, BM İnsan Hakları Sözleşmesi, BM Çocuk Hakları Sözleşmesi ve bu sözleşmelerdeki hükümleri güvence altına almak amacıyla Avrupa devletleri tarafından hazırlanmış Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini (AİHS) imzalamış, AİHS sözleşmesi ile kurulan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarına uyacağı tahhüdünde bulunmuş. Ayrıca Türkiye, Anayasa’sına eklediği bir madde ile bu uluslararası sözleşmelerin yerel hukuk düzenlemesinin üzerinde olduğunu da kabullenmiş. “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası Andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasa’ya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesi’ne başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” Anayasa’nın 90. maddesi böyle…

İHS ve ÇHS, hükümlerine uymayan imzacı ülkelere yaptırım öngörmeyen etik sözleşmelerdir. AİHS ise bu sözleşmelerdeki hükümlerin uygulanmasını denetleyip uymayanlara ceza niteliğinde yaptırımları olan bir sözleşmedir. Hiçbir ülke imzalamak zorunda değildir, fakat sözleşmeyi imzalamış her ülke herhangi bir mahkeme kararı gerekmeksizin sözleşmenin “Eğitim Hakkı” başlığı altındaki “Devlet eğitim ve öğretim alanında görevlerini yerine getirilmesinde, ana ve babanın bu eğitim ve öğretimin kendi dini ve felsefi inançlarına göre yapılmasını sağlama hakkına saygı gösterir” maddesine uymak zorundadır.

Türkiye’nin, zorunlu din dersi uygulaması ile “eğitim ve öğretimin kendi dini ve felsefi inançlarına göre yapılmasını sağlama hakkını” yok saydığına ilişkin ayrıca mahkeme kararları var: AİHM, son kararını 16 Eylül 2014 günü açıkladı ve Türkiyeli davacıları haklı bularak “zaman geçirmeden öğrencilerin zorunlu din ve ahlak kültürü derslerinden muaf tutulmalarını da sağlayacak yeni bir sisteme geçilmesini” Türkiye’den bir kez daha istedi.

Devletin, mahkeme kararına uymayacağını Erdoğan yüksek sesle sözlü olarak açıkladı. Oysa hukuki kararın yanıtı hukuki olmalıdır. Diyorum ki, cocuğunun din dersinden muaf tutulmasını isteyen her veli, mahkeme kararlarına atıfta bulunan bir dilekçeyle okul müdürlüğüne başvursun. Kuşku yok ki resmi yanıtlar olumsuz olacak. Bu durumda olumsuz gelen yanıtlarla mahkeme kararı birleştirilir ve yargı kararına uymayanlar hakkında savcılığa suç duyurusunda bulunulur. Zorunlu din dersi mağdurlarının sadece Aleviler olmadığını gösteren yüz binlerce dilekçe, yüz binlerce dava… Sizce bu da bir eylem sayılmaz mı?

• • •

Yazı alanımın sınırı var, konuşmanın yok; uygunsanız Cumartesi (yarın) Kuşadası’nda, Pazar Ödemiş’te, haftaya Muğla’da uzun uzun konuşmaya beklerim.