Mart ayı cari açığı yine ilginç eğilimler çıkardı ortaya. Bir yandan ekonomide düşük büyümeye rağmen yükselen cari açık gerçeği var. Bir yandan da açığı finanse etmek için nazlanan sermaye girişinin doğurduğu  boşluk ve o boşluğun rezervleri eritmesi, zulaların boşaltması çaresizliği… Bakalım nereye kadar…
Açık düşmüyor…

Büyüme düşük seyrediyor. İlk 3 ayın büyüme verisi için TÜİK’in Haziran sonu açıklamasını beklemek gerek. Sanayi üretimi, istihdam, dış ticaret verileri ortada matah bir büyüme olmadığını, yüzde 1’i bile bulmanın zor olduğunu söylüyor bize. Oysa 2014’ün ilk çeyreğinde yüzde 4 büyüme yaşanmıştı, o büyümeye, ilk çeyrekte yaklaşık 12 milyar dolar cari açık verilmesinin anlaşılır bir yanı vardı. Ya şimdi?

Bu yılın ilk çeyreğinde yüzde 1 büyüme bile yok iken 11 milyar doları bulan cari açık nasıl açıklanacak? Üstelik, enerji ithalat faturası  düşmüşken… Anlaşılan o ki, ihracat tökezlerken ithalat, hem de mamul mal ithalatı, mesela otomobil vb ithalatı ilk 3 ayda arttı. Kimileri avro gevşerken Almanya’dan ithalatın tam zamanı dedi. Bunun yanında, dış ticaret açığını telafi edecek hizmet gelirlerinde de artış sınırlı. Turizm, müteahhitlik, nakliyat işlerinden gelen döviz de tavsamış. Buna bir de yabancıların kâr transferleri eklenince, büyüme güdükken bile ilk 3 ayda cari açığın 11 milyar dolara dayandığını görüyoruz. Bu, işin vehametinin bir ayağı, gelelim ikincisine…

Sermaye girişi?
İlk çeyrek ödemeler dengesi verileri, pek de azalmayan cari açığın ihtiyacı dövizin tedarikinde iyiden iyiye sorun olduğunu söylüyor bize. AKP yönetimindeki Türkiye kapitalizmi, bugüne kadar bol keseden cari açık veriyor, ama karşılığında da bol keseden doğrudan yatırım, borsaya giriş, kredi vb biçimlerinde yabancı para girişi sağlıyordu. Hatta cari açığın milli gelirin neredeyse yüzde 10’una yaklaşması dert edilmiyor, bunun “sürdürülebilirliği” bile teorize edilmeye kalkılıyordu!..

Ama kazın ayağı öyle değil elbette. Cari açık milli gelirin yüzde 5-6’sını bulunca bile, gelen sermaye, “bir düşünelim” demeye başlıyor, etrafındaki alternatifleri yokluyor. İşte, 2012 öncesi bol keseden akan yabancı sermaye çeşmesi, son 2 yıldır  tıslamaya, sermaye temkinli gelmeye ya da gelenler çıkmaya başladı. Bunu önce, 2014’ün ilk 3 ayında gözlemiştik. 17/25 Aralık rezaletinin yarattığı politik riskin de etkisiyle sermaye girişi, yerini sermaye çıkışına bırakmış ve 1,3 milyar doları bulmuştu. Yabancı girişi azalınca ortaya çıkan boşluk, zulalardan çıkarılan dövizler ile Merkez Bankası’nın rezervlerinden karşılanmıştı. Geçen yılın ilk çeyreğinde yaklaşık rezervlerden 5 milyar dolar, zulalardan da 8 milyar dolar döviz ortaya çıkarılmış, ancak o sayede ve yeniden yükseltilen faizler sayesinde, dolar kuru 2014’ün ortalaması olarak 2,20 TL’de tutulabilmişti.

2015 ilk çeyrek?
Bu yılın ilk çeyreğinde cari açık 11 milyar dolara yakın ama sermaye girişi yine açığı finanse edemiyor; 3,4 milyar dolarda kalmış. Borsadan çıkışlar yaşanmış ilk çeyrekte, doğrudan yatırım adı altında sadece gayrimenkul satışları var; bina satılıyor, ödemeler dengesine “yabancı yatırımı” olarak kaydediliyor!.. Geriye, bulunan kredi ve yabancıların mevduatları var, sermaye girişi olarak ama toplamı 3,4 milyar dolar ve 11 milyar dolarlık cari açığı karşılamamış. O zaman ne olmuş, yine zulalardan 4 milyar dolara yakın, rezervlerden de 3,6 milyar dolar çıkarılmış piyasaya. O bile dolar kurunu ancak 2,65-2,70 TL aralığında zor tutabiliyor.

Sonuç mu? Bu bunaltıcı yaz sıcağına, bu kar dayanmaz. ABD, faizi artırınca haziran ya da eylülde, bu yabancı kapital Türkiye gibi ülkelerin yüzüne hiç bakmaz. Sırtta, hem azalmayan cari açık hem de vadesi gelen dış borç ödemeleri var. Rezervleri yine kemirir, zulaları yine kazır bu ihtiyaç ama yine de doları yıl sonuna doğru 2,80TL'lerden aşağı çekemez.