Google Play Store
App Store
‘Zulamdaki Şiir’ ya da zuladaki umut
Fethiye Çetin (Fotoğraf: BirGün)

Zafer AYDIN

Vahşi Eylül’ün üzerinden 44 yıl geçti. Kabaca yuvarlarsak neredeyse yarım asır olacak birkaç yıl sonra. Ama ne 12 Eylül’ün kurduğu düzen aşılabildi, ne yaşattığı acılar, yol açtığı kırılmalar, travmalar. Sadık takipçisi AKP ile yaşanılan her acı ve travmada 12 Eylül kendini yeniden hatırlatıyor. Elbette bilenler, o günleri yaşayanlar için. Ya bilmeyenler, o günleri yaşamamış, neler yaşandığı hakkında bir fikri olmayanlar… Tam bu noktada anılar, yaşanmışlıklar ve o günleri anlatan kitaplar, filmler, belgeseller devreye giriyor. Ortaya konan ürünler hatırlama, hatırlatma, öğrenme aracı olarak toplumsal hafızaya küçük dokunuşlar yapıyor. Kolektif belleğin oluşmasına katkı sağlıyor. Böylece 12 Eylül rejimine de, onu sahiplenip, sürdürenlere de ayna tutuluyor.

Fethiye Çetin’in 12 Eylül vahşetinin bir boyutunu anlatan kitabı 'Zulamdaki Şiir - Parça Parça Anılar'ı okuduğumda yukarıdaki fikirler uçuştu kafamda. Fethiye Çetin 12 Eylül’ün en sert günlerini Ankara Emniyeti’nin işkence merkezi Dal (Derin Araştırma Laboratuvarı) ve Mamak Askeri Cezaevi’nde yaşadı. Kitap esas olarak bu iki mekânda yaşananlar üzerinden bir anlatı ortaya koyuyor. 12 Eylül peşin bir hükümle geldi; rejime, düzene muhalif olmak suçtu. Yasal derneklere, sendikalara üye olmak, oralarda faaliyet sürdürmek, yasal olarak yayınlanan dergileri, gazeteleri okumak suç olarak kabul edilince hukuk da buna göre dizayn edildi. Yönetime el koyanların imal ettikleri suçları cezalandırma yöntemi de işkenceydi. Sorgu merkezlerindeki şiddetli işkence dozu biraz azalmakla beraber cezaevlerinde de sürdürüldü. İşkence cezalandırma yöntemi olmanın ötesinde insanların zihinlerini, kişiliklerini teslim almak için uygulanan sistematik bir yöntemdi.

İnsanları tek kişilik hücrelere kapatarak, olur olmadık zamanlarda koğuşlara saldırılar düzenlemek, her şeyi bahane haline getirerek atılan kaba dayak doğrudan böyle bir amaca hizmet ediyordu. Fethiye Çetin kitabında, 12 Eylül’ün en vahşi günlerinde imal edilen suç, işkence, insanlık dışı yöntemlerle verilen ceza ile adına hukuk denilen hukuksuzluğun kuşatmasındaki insanların öyküsünü anlatıyor. Şiddeti, vahşeti, insani olanla, umutla, direnişle harmanlayarak önümüze koyuyor. Kitapta, yüreğiniz darala darala en ağır işkencelere de tanıklık ediyorsunuz, en azgın saldırının ardından türkü söyleyen kadınların direnişine de. Düzenin maşası, vahşetten haz alanları da görüyorsunuz risk alarak insani duyarlılıklarını sergileyen görevlileri de. Polis sorgusunda umudu dirilten bir çift çorap, birbirine tutunmak için gizli saklı ulaştırılan bir şiir, hücre duvarları arasına sıkıştırılan bir sabun parçası ile insanın insan kalma çabasına şahit oluyoruz kitapta. Cezaevinde birbirinin yarasını saran devrimcilerin yardımlaşmasında, cezaevi sonrasında kaçak bir avukata kol kanat geren meslektaşlarının tutumunda “Dayanışma yaşatır” sözünün kıymetini de bir kez daha hatırlıyoruz.

Fethiye Çetin 12 Eylül hukuksuzluğunu, temel insan haklarının nasıl ihlal edildiğini, ihlalleri yapanların, işkencecilerin nasıl dayanaksız gerekçelerle korunup kollandığını anlatırken, sistemin işleyişinin arka planı hakkında da bilgi veriyor. İşkenceciyi, hukuksuzluk yapanı uyduruk gerekçelerle koruyan mahkemelerin, bu koruma kollama faaliyetinin, rejimin sürdürebilirliği için zorunluluk olduğunu da gözler önüne seriyor. Böylece bugün Kobane, Gezi davalarında yaşananlarla 12 Eylül rejimi arasındaki dolaysız bağa ve benzeri davalar üzerinden rejimin kendini yeniden üretmesine de işaret ediyor.

Zaman geçip giderken, insana kalan, anlatılması, paylaşılması zorunlu anılar oluyor. Fethiye Çetin böyle bir zorunluluktan olsa gerek yıllarca hafızasında taşıdığı anıları paylaşıma açmış, derinlerden akıp gelen bir ırmağın duru sesi gibi anlatımla. Vahşi, insanlık dışı yöntemlerle muhalif olanı 'ıslah' etme gayretkeşliği içindeki rejime karşı insanı insan yapan değerlere yaslanılarak sergilenen direnişi bizlerle paylaşırken 12 Eylül üzerine tarihe düşülen notlara ilave yapıyor. Bu yanıyla anlattıkları, anı paylaşmanın ötesinde 12 Eylül ile 'hesaplaşma' çağrısı olarak da ele alınmalı.

'Zulamdaki Şiir' demişken 12 Eylül mağduru olanlardan şair Orhan Türüdü’nün 'Zula' şiirini de ekleyelim buraya, bana kalırsa kitabın ruhuyla gayet güzel örtüşüyor:

Zula*

Zulası sağlamdır onların

Bir cebinde çakıl taşı

Bir cebinde umut vardır

*Orhan Türüdü, Huzurbozan, Favori yayınları, Ankara, 2015