Hani hep söylerim, Şili ve Arjantin bize benzer diye, darbe yıkımından geçmeleri, elbette ilk sebeptir. Şimdi Şili’de bizim Gezi direnişi gibi, tüm ülkeye yayılan eylemlilik halini yaşıyor, iliklerine dek! Yine gencecik ölümler, yine kolluk şiddeti, bile isteye çıkartılan gözler, yaralananlar, gözaltına alınanlar, tutuklananlar. Tam tekmil biz!

“Zulme ve yoksulluğa paydos!”

Alper Turgut

Tam 40 yıllık “Venceremos - Şili’ye Evet, Pinoçet’e Hayır” kitabını yeniden elime aldım. Gelecek nesillere armağan edecekleri, direnme mirası, örgütlenme bilinci ve ahlaki sorumluluk için canlarını seve seve verenlerin, bugünden bakınca ne denli haklı olduklarını görmek, umudunu yine ve yeniden yeşertiyor insanın, aradaki bunca mesafeye aldırmaksızın. İşte 46 sene önce, darbeci katiller, Salvador Allende’ye bir teklif getirirler; “Çalışma arkadaşlarını ve akrabalarını yanına al ve bir uçakla Şili’den ayrıl!” Büyük başkan, tereddütsüz reddeder ve devam eder; “Hain generaller, dürüstlüğün ne olduğunu bile bilmezler.” Sonra ne mi yaptı? Elbette silahına sarıldı, bir avuç insan, cuntanın kuşatmasındaydı, o, ateşe ateşle karşılık verdi, ancak öncesinde, yoldaşlarını dışarı yollamıştı, yaşayın, devrimci görevlerinizi unutmayın ve halkın birliğini sağlayın diyerek.
La Moneda Sarayı, tam yedi saat boyunca top ve tank atışı altındaydı, yetmedi, hava saldırısında bombalar yağdırıldı yapıya, resmen cehenneme dönmüştü son yaşam alanı. Allende, bedeni delik deşik edilmeden önce şunu söyledi; “Bu kitabın ilk sayfasıdır, öbür sayfalarını benim halkım ve Amerika kıtası yazacaktır!”

Binlerce Şililinin soylu bilincine ektiğimiz tohumların boy vermesine asla engel olunamayacağından kuşkum yoktur diyordu Salvador Allende ve bugün, Şili’yi saran dev protesto dalgası, üç haftayı aşan süredir, iktidardakilerin ve zenginlerinin kıyılarını dövüyor, bu yazıyı yazarken, milyondan fazla insan, meydanda, “Zulme ve yoksulluğa paydos!” diye haykırıyordu. Israrla ve inadına Victor Jara’dan şarkılar söylüyor halk. Toplama kampına çevrilen Şili Ulusal Stadı’nda gitar çalınca elleri kırılan, türküsünü mırıldanınca da dipçikle kafası parçalanan güzelim ozan, hala korkutuyor, korkutacak egemenleri. Cansız bedenini, ellerini kesip tribüne asan vahşi katiller hatırlanmayacak, o ise asla unutulmayacak, sonsuza kadar, şarkıları direnen sokaklarda yankılanacak.

Halkının acılarını ve umutlarını dillendiren Inti-Illimani, Quilapayún, Illapu müzik grupları, 17 senelik cunta karanlığında, memleketlerinden ayrı düşmek zorunda kaldılar. Sürgünde geçen yıllar, Şililerle aralarındaki bağı koparmadı, hatta daha da güçlendirdi. Hani hep söylerim, Şili ve Arjantin bize benzer diye, darbe yıkımından geçmeleri, elbette ilk sebeptir. Şimdi Şili’de bizim Gezi direnişi gibi, tüm ülkeye yayılan eylemlilik halini yaşıyor, iliklerine dek! Yine gencecik ölümler, yine kolluk şiddeti, bile isteye çıkartılan gözler, yaralananlar, gözaltına alınanlar, tutuklananlar. Tam tekmil biz!

Cuntalarıyla hesaplaşmalarının ve örgütlülük halinin baskın olmasının neticesinde, onlar, daha bilinçli bir yol izliyorlar, bakanların görevden alınması dahi geri adım atmalarına neden olmuyor, metro zamları değil diyorlar asıl mesele, yolsuzluğu ve özelleştirme çılgınlığını durdurun, yeni bir anayasa oluşturun. Ülkenin en zengin adamı Sebastián Piñera, ikinci kez başkanlık yapıyor, haliyle fakirin halinden anlamıyor, affedersiniz kamu yararı ayağına varsılları korumayı amaçlıyor.

Aslında en çok beklenen gişe filmimiz Recep İvedik 6 ile en ödüllü sanat filmimiz Bozkır’ın ne denli kötü filmler olduğunu anlatmayı isterdim, lakin kabul buyurun, bunca vasatlığı aktarmayı deneyecek mecalim yok! Otistik çocukların yuhalandığı bir memlekette, giderek tuhaflaşan iktidar kadar, acımasızlığa meyleden pek sayın halkımızla da sorunlarımız var demektir.

Neyse, ben meramıma döneyim, 2003 senesinde Grup Yorum ile ortak konser vermek için meşhur Inti-Illimani, Türkiye’ye geldi, bir yaz gecesi, açık havada toplandık, şarkılara katılabilelim diye. İlk orada duydum şarkıyı, adı Vino del Mar idi, yani Denizden Geldi! Bu bir ağıttı, konuşamadığımız bir dilde söylenen, anlamasak da içimizi titreten. Yaktık çakmaklarımızı, binlerce meşale oldu, karanlığı yaran, ismi Marta Lidia Ugarte Román.

Kadındı, 42 yaşındaydı, komünistti, öğretmendi, terziydi, örgütlülüğün içindeydi, tam da kanlı cuntanın kurtulmak istediği biriydi. 1976 Ağustos’unda emirleri direkt cunta başından alan kontrgerilla oluşumu DINA (Direccion de İnteligencia Nacional), Marta’yı zorla kaçırdı ve başkentin göbeğindeki tutsak kampı Villa Grimaldi’de ağır işkencelerden geçirdi. Tam bir ay sonra onu katlettiler ve helikopterle taşıyıp, sonsuza kadar kaybolsun diye okyanusa attılar, ancak deniz, bu zulmün suç ortağı olmak istemedi, dalgalar ve akıntı cansız bedenini, La Ballena Plaji’na taşıdı. Telle bağlanmış bir çuvalın içerisindeydi, yarı çıplaktı, kırılmadık kemiği kalmamıştı, besbelliydi canı çok yanmıştı, gözleri fal taşı gibi açılmıştı.

“Denizden çıktı geldi / Masmavi sulara sarılı bedeni /En derin uykuda, rüzgârın kucağında geldi / Denizin tuzlu dalgaları /Çarparken kanlı yarasına.”

Cunta güdümlü gazeteler ertesi gün haberi şöyle verdiler, tutku suçu kurbanı kadının cesedi, kumsala vurdu. Hiç utanmadılar, umursamadılar. Fatih’te yoksul dört kardeşin, yüreğimizi yakan gidişlerinin ardından, iktidar yalakası medyanın, onlar psikolojik sorunları olan tiplerdi, fakirlik dert değildi benzeri sayıklamaları gibi bir şey! Ve hatta adını anmak istemediğim malum bir paçavra, evde evrimci yazar Richard Dawkins’in “Tanrı Yanılgısı” adlı kitabının bulunduğunu, intiharlarına sebebin de, işte bu ateist kitap olduğunu yazacak kadar sıçtı!

Gazeteci olarak, birçok sosyal hadise takip ettim ve şunu hayretle gördüm, yahu can gitti can dediğimiz hemen her şeyde, ama cam kırıldı ya diyenlerin azımsanamayacak çokluğunu. Tarih boyunca, zengine yaltaklanan, kendinden fakiri de ezmeye çabalayan insanlar hep var oldular. Tam da bu yüzden, çoğunluğun, başkalarının acılarını dert edermiş gibi yapma halini, asla samimi bulmuyorum. Anlık, kısa süreli üzüntüler, derdimize deva olamaz, bir fakirin ölümüne, derinden üzülecek ve tepkisini hızla büyütecek milyonlara ulaşmadıkça, yoksulluğu ve yoksunluğu kader beller dururuz. Adım gibi biliyorum, şimdi birileri düşünüyor, Şili’de yüzde dört gibi görece minik bir metro zammı sebebiyle, niye insanlar sokaklara aktı, harbiden deli mi bunlar? Canım kardeşim, sen zam bombardımanı altında bile, yalanlara tutunup aaa güncelleme gelmiş, ooo yeni düzenleme gelmiş diyebilensin, Düşünerek neden yoruyorsun ki kendini? Senin ikilemin şudur; Haksızlığa uğramaya alışmak veya hakkını aramaya çabalamak. Kuşkusuz şimdilik, Şili ile aramızdaki bariz fark da budur!

cukurda-defineci-avi-540867-1.